Önceki yazımızda, “Günümüzün ‘sol’ kesiminde neo-liberal ‘Batıcılığın’ moda halini aldığına dikkat çektikten sonra kapitalizmin kötülüklerinden şikayet eden kesimlerin bu durum karşısında “anti-kapitalist” ve “ulusalcı” bir söylem kullanan aşırı sağcı akımların peşine takıldığını söylemiş...
Türkiye özelinde son cumhurbaşkanlığı seçimi arifesinde Amerika’nın yolunu tutup “Ukrayna’nın yanında olmalıyız” mesajı veren Kemal Kılıçdaroğlu’nun AKP-MHP bloku karşısında yenilgiye uğramasını da bu durumun bir örneği olarak göstermiştik...
Yazımızı, Özel ve Kılıçdaroğlu arasındaki tek farkın birinin Amerikancı/Batıcı politikaları yürütürken “ulusal devrimci” bir parti olarak kurulan CHP’yi resmen “eskimiş” olarak nitelemesi, diğerinin ise aynı işi Mustafa Kemal’e ‘selam çakarak’ yapması olduğunu söyleyerek noktalamıştık.
***
Rusya’da “zavtra.ru” adlı internet sitesinde yayınlanan Vyaçeslav Tetyokin imzalı bir makalede sosyal demokrasi ve neo-liberal “sol” çevrelerin “sağ” ve “sol” kavramlarını anlamsız hale getiren bu çelişkili tutumu şu sözlerle eleştiriliyor:
“Maalesef İşçi Partisi ve diğer sosyal demokratlar yozlaştı. Artık Avrupa ‘solu’ (sosyal demokratlar, ‘yeşiller’ ve LGBT savunucularının bir karışımı) Rusya'ya karşı savaşın en ateşli destekçileri. Fransa'da sözde solcular, Başkan Macron'un gerçekten sağcı, Rusya karşıtı partisiyle ittifaka girdi. Oradaki sol koalisyonun bileşimine bakarsanız, içinde LGBT bireylerin ve diğer sapkınlıkların sağlam destekçilerini bulacaksınız. Peki Kiev'deki neo-Nazi cuntasına verilen desteğin sona ermesinden ve Rusya ile karşılıklı yarar sağlayan ilişkilerin yeniden tesis edilmesinden yana olanlar kimler? Onlara kelimenin geleneksel anlamıyla solcu demek zor. Trump umutsuzca sağcı olarak damgalanırken Biden dikkat çekici derecede solcu olarak övülüyor. Ancak Biden sadece neo-faşist Banderacıların yanında yer almakla kalmıyor, aynı zamanda bu savaşı da başlatıyor. Öte yandan sağcı Trump Kiev'deki neo-Nazi cuntasına verilen desteğin sona ermesini ve ülkemizle ilişkilerin yeniden kurulmasını talep ediyor.”
Yazarın gözlemine şunu da ekleyelim: “Demokrat Parti”nin adayı olarak ilan edilen Kamala Harris yukarıdaki tarife Biden’dan daha iyi uyuyor!
***
ABD ve Fransa’da durum böyle; peki Almanya’da neler oluyor?..
Almanya’da da “Sosyal Demokrat Parti+yeşiller+LGBT koalisyonu” Fransa’daki “sol” koalisyonla aynı işlevi üstlenmiş bulunuyor. “Aşırı sağcı” olarak nitelenen “Almanya için Alternatif (AfD) Partisi” Eş Genel Başkanı Alice Weidel ise iktidara gelmeleri halinde ülkenin AB’den çıkması için referandum düzenleyecekleri sözünü veriyor. Almanya’da Rusya’ya uygulanan yaptırımlar nedeniyle artan maliyetler sonucunda fabrikalar bir bir kapanırken (en son yüz yıllık Volkswagen de kapandı) AfD’nin emekçiler arasındaki taraftarları çoğalıyor...
“İşçi aristokrasisinin” ana vatanı İngiltere’de de roller karışmış durumda. Bilindiği gibi 24 Haziran 2016’da İngiltere, Brexit referandumunu onaylayarak AB’den ayrılmıştı. O zaman Muhafazakar Parti'nin önde gelen siyasetçilerinden biri, Brexit referandumunun sonucunu "Birleşik Krallık siyasetinde bir devrim anı" olarak nitelendirmişti. Son seçimleri kazanan İşçi Partisi ABD-AB ilişkilerini yeniden güçlendirmek için çaba harcıyor. Ne var ki, İngiltere’nin en güçlü kamuoyu araştırma şirketi National Centre for Public Research (Ulusal Kamuoyu Araştırma Merkezi) tarafından yapılan bir araştırma halkın yüzde 82'sinin, bugün Brexit referandumu yapılsa aynı şekilde oy vereceklerini gösterdiği için bu konuda ihtiyatlı davranmak zorunda kalıyor.
***
Türkiye’de de benzer gelişmeler yaşanıyor...
Bilindiği gibi AKP 2002’de iktidara geldiği dönemde Avrupa Birliği’ne katılım akımının öncülüğünü yapmış ve ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanlığını üstlenmişti. Ancak Erdoğan, zaman içinde edindiği tecrübeler sonucu ABD ile arasına mesafe koymak ve bir “denge politikası uygulamak zorunda kalmıştı...
O tecrübeler nelerdi hatırlayalım: ABD’nin Suriye’de PKK/PYD’yi “kara gücü” haline getirerek Türkiye’yi bölmeye çalışması, Türkiye-Rusya ile ilişkiler geliştirilince FETÖ aracılığıyla önce “hukuk darbesi” daha sonra 15 Temmuz askeri darbe girişimi ile hükümeti devirmeye çalışması, o da olmayınca ambargo uygulaması, vb.)
***
AKP halen özellikle askeri ve ekonomik alanda “Batı dünyası” ile “iyi ilişkilerini” korumaya çalışıyor; NATO’nun genişlemesine verdiği destek ve ekonomiyi Batılı finans çevrelerinin gözdesi Mehmet Şimşek’e emanet etmesi bunu gösteriyor. Ancak bu tavizlere rağmen “Batı dünyası” Ukrayna’da Rusya’ya uygulanan yaptırımlara harfiyen uymayan ve İsrail’e karşı Hamas yanlısı bir tutum izlemeye devam eden Türkiye’yi “demokratik yollardan” yeniden “hizaya getirme” politikasından vazgeçmiş değil...
CHP’nin geçmişteki “ulusal devrimci” kimliğini “Selanik üzerinden dolaşarak” inkar etmeyi seçen Özgür Özel’in ise bu “hizaya getirme operasyonu”nu kendisi için bir fırsat olarak gördüğü anlaşılıyor. Batılı sosyal demokrat partiler de Sosyalist Enternasyonal’in Başkan Yardımcılığına getirerek onu teşvik ediyor...
Ancak Özel şunu unutmamalıdır; bu tür “rütbeler” Batı dünyası nezdinde “ağza çalınmış bir parmak bal”dan öte değer taşımaz. “Batı dünyası” evvel ezel Türkiye Cumhuriyetinin kendisine karşı verilen devrimci bir mücadele sonucunda kurulduğunu unutmamıştır ve bu yenilginin acısını aradan yüz yıl geçse bile çıkarmakta kararlıdır.
(Devam edecek)