Popülizm tanım olarak: Halk çıkarcılığı, toplumdaki seçkin bir tabaka tarafından halkın çıkarlarının bastırıldığını ve engellendiğini varsayan ve devlet organlarının bu seçkin tabakanın etkisinden çıkarılıp halkın yararına ve toplum olarak gelişmesi için kullanılması gerektiğini söyleyen siyasi bir söylemdir. Peki bu kadar halktan yana olduğunu iddia eden bir kavram nasıl olur da halk düşmanının kendisi haline dönüşür? Neden bu kadar yükseliştedir ve dünyanın dört bir yanında kitleleri avucunun içine almayı başarabilmiştir?
Kısa bir benzetmeyle konuya giriş yapmak istiyorum. Kutup ayıları nasıl avlanır bilir misiniz? Bıçağın üzerine avcılar kan sürerler. Kutup ayısı kan kokusunu aldığında dayanamaz ve bıçağı yalamaya başlar. Yaladıkça kendi dili kanar ve acısını fark edemeyecek bir halde halen yalamaya devam eder. Sonunda ise kan kaybından ölür. Popülizm işte bu bıçağın ta kendisidir. Halk avlanan ve bu söyleme başvuranlar ise avcıdır.
Özellikleri üzerinden halkı nasıl bir bıçak gibi kestiğini ele alalım. Öncelikle popülizm otoriter eğilimler altında bir tek yumruk olma düşüncesi yaratır. Bir öteki yapısı gereği hep olmak zorundadır. Bu dış ülkeler olabilir, göçmenler olabilir. İçeride ise ülkedeki muhalif her tür parti ve kitle ana akım dışındaki herkes ve her şeydir. Toplumu asla birleştirmez. Başka bir düşünceye sahip herkes “düşman”dır.
Popülizmin yönetme biçimi otoriterlik ve neopatrimonyalizmdir. Tek bir kanala kendisini bağlar. Ekonomik ve siyasi bağımlılıktan bahsediyorum. Bir piramit inşa eder ve kendisini o piramitin zirvesine bağlı kanallarla meşrulaştırır. Haliyle sıklıkla kayırmaca ve yolsuzluk gibi güven sarsıcı konular gündeme gelir.
Püpülist yönetimler anti-elittir ancak aynı zamanda yapısı gereği anti-pluralisttir. Yani seçkinciliğe ve çok sesliliğe karşı duruşa sahiptir. Bu yüzden seçkincilik popülizmin anti-tezidir. Sıklıkla ‘yozlaşmış elitler’ göndermesi yapılır. Ancak bu elit zihniyetten kasıt belirli bir zümrenin haricinde kültürel hafıza, bürokratik akıl, kurucu unsurlar, demokrasi kavramlarını da kapsar. Sağlıklı demokrasiler çoğulcul(pluralist) bir tutum benimserken popülist söylem halkçı gibi dursa da halkın tamamını kapsamayı reddeder.
Muller bu duruma bir de duyguları yönetme kavramını ekler. Popülist söylem kendisini halkın tek ve gerçek temsilcisi olarak göstermeyi metodolojik olarak uygular. Meşruluğunu sıklıkla korkudan alır. Gücünü korkudan alan bir yönetme biçimi ise Huntington’cu bakış açısına göre başarısız otoriter hükümettir. Ancak her şeyden halkını korkutan bir hükümet korkuyu bir süre sonra normalleştirir ve meşruluğunun tek kaynağını da yitirmiş olur. Bu döngüden paranoyası gereği hiçbir popülist hükümet sıyrılmayı başaramaz.
Ancak günümüzde dünyanın dört bir yanında popülist söylem güç kazanmaktadır. Bu konuda dünya halklarının tamamının kendisini korumayı öğrenmesi gerekmektedir. Çünkü sadece mevcut hükümetler değil yeni aday hükümetler de adeta kimyadaki ‘benzer benzeri çözer ilkesi ile’ popülist hükümetleri devirmek için bir başka popülist söylemle kendisini gösterir. Yani yağmurdan kaçarken doluya tutulma riskimizin oldukça yüksek olduğu bir siyasi ortam söz konusu.
Velhasıl bir popülizm turnusolu olarak şunu iddia ediyorum: Toplumdaki çok sesliliğe ve çok kültürlülüğe karşı olan, özelleştirme yanlısı, sosyal refah devleti ve şeffaflık kavramlarından uzak, iktidara gelir gelmez bürokrasiyi zayıflatmaya çalışan, güçlü lider imajına sahip olan, halkı için agresifleştiğini iddia edip kabalaşan ve ülkemizin olmazsa olmazı biricik kıraathane cümlesi “yalısında viskisini yudumlayan” elitleri hedef alan bir şahsiyet popülisttir. Genellikle bu liderler karizmatiklerdir ve kurban sendromuna girerler. Ne kadar acı çektiklerinden bahsetmeye bayılırlar.
Ancak bu tip ayrıştırmalar hangi siyasi görüş olursa olsun siyasetçilerin işine yarar. Ayrışma sürecine bir halkı sokmak kolaydır ama ne yazık ki tekrar yapıştırıcı ile bu halk yapıştırılamaz. Avrupa Birliği’ni de muhtemelen bu kadar güçlü kılan şey budur. Onlar geçmişi unutmayı başarabildiler. Haçlı Seferleri’ne bakınız. Katolik-Ortodoks ayrımı o kadar derindi ki Kudüs’e giderlerken en çok zararı Ortodoks coğrafya gördü. Ancak şimdi bu ayrımı bir arada olabilmek için unutmaları gerekti. Bu unutmayı çok sağlıklı buluyorum. Bizim milletin hep balık hafızalı olduğundan yakınılır. Bense aksini söylüyorum, bizim insanımız unutmayı bilmiyor. İnsanımız popülist söylemlerden ancak kin duyarak hatırladığı tarihini unutmaya başlayarak kurtulmayı başarabilir. Nasıl kan davalarını günümüzde barbarca buluyorsak köklenmiş kinimiz de barbarcadır. Her kesim kendi “şeytan”ını affetmeyi öğrenmelidir.