Ne zaman ülkede seçim olsa…

Ne zaman kurulsa sandıklar…

Yaşar’ı anımsarım.

Gençlik yıllarının arkadaşı Yaşar’ı…

Tabii başta da onun anlattıklarını…

Sayılı sayıdaki eğlence yerlerinin başında gelen sinemalardan arta kalan günlerin önemli bölümü Yaşar’ın anlattıklarını dinlemekle geçerdi…

Oturduğumuz sokağın buluşma yeri olan bahçe duvarına ilişir, gecenin ilerleyen saatlerine kadar Yaşar’ı dinlerdik…

Kimi zaman kahkahalar atarak, kimi zaman duyduklarımız karşısında şaşırmış gibi yapıp “yok ya’’ diyerek.

Yaşar’ın maceralarını anlatırken ağzından çıkan on kelimeden dokuzu palavraydı.

Bunu hepimiz bilirdik.

Ama bozuntuya vermezdik…

Anlatmada üstüne yoktu Yaşar’ın…

Dinlemede de bizim…

Bizden 4-5 yaş büyüktü…

Biz inanmazdık ama o inanırdı sanki kendi anlattıklarına…

Hikayeye göre zaman zaman heyecanlanmasından anlardık bunu…

Yaşanmamış ne hikayeler…

Palavra fabrikası gibiydi Yaşar…

Havacı er olarak yaptığı askerliği sırasında paraşütünün açılmaması, yere çakılmak üzereyken, aynı birlikteki kadın teğmenin paraşütünün iplerine sarılarak, mutlak ölümden kurtuluşu…

Gizli görevle gönderildiği Adana’da polisle işbirliği yaparak uyuşturucu şebekesini çökertişi,

Gösterdiği başarılar nedeniyle dönemin Genelkurmay Başkanı tarafından ödüllendirilişi…

Daha neler neler…

Yaşar demek, macera demekti…

Son duyduğumda, İtalya’da mayo üreten bir fabrikaya ortak olmuş…

Daha doğrusu, öyle söylüyormuş rastlaştığı eski dostlara…

Memlekette, palavracıların sayısı artınca, Yaşar’ın hikayeleri sönük kalmış zahir.

Yaşar’a da kapağı yurt dışına atmak düşmüş herhalde…

İyi de yapmış…

Hem de seçim zamanı…

Aç kalırdı yeminle…