Yerel seçimler ve ardından yaşanan gelişmeler bir gerçeği gösteriyor...

22 yıldır ülkeyi yöneten AKP, artık ülkeyi yönetmekte zorlanıyor...

AKP’nin her geçen gün kan kaybettiği ve ana muhalefet partisi CHP’nin “birinci parti” haline geldiği koşullarda bir türlü üstesinden gelinemeyen ekonomik sıkıntılar sonunda AKP’nin sadık seçmenini bile sarsmış durumda.

***

Bu durum, şu anda önümüzdeki seçimlerin en şanslı partisi haline gelmiş bulunan CHP’ye büyük bir sorumluluk yüklüyor...

CHP kendisine yönelmiş olan kitlelerin siyasal ve ekonomik beklentilerine gerçekçi ve akılcı çözümler üretebilirse Türkiye’nin geleceğine yön verme imkanına kavuşabilir...

Ancak bunun için bu çözümleri bugünden üretmesi ve “konjonktürel” dalgalanmalar sonucu kendisine yönelen seçmenleri uygulamalarıyla ikna ederek istikrarlı bir seçmen topluluğuna dönüştürmesi gerekiyor. Aksi takdirde bugün gelen oylar geldiği gibi gider ve geride bir enkaz kalır.

***

Sözünü ettiğimiz tehlikenin geçmişte yaşanan en somut örneği Ecevit’in DSP’sini iktidara getiren ve sonra çöküşe sürükleyen siyasal maceradır...

Hatırlanacağı üzere 1999 yılı Ocak ayında Başbakan olan Mesut Yılmaz bir kaset skandalı dolayısıyla verilen gensorunun Meclis’te kabul edilmesi sonucu istifa etmek zorunda kalmış, yeni koalisyon hükümeti kurulamayınca DSP lideri Ecevit, DYP ve ANAP’ın dışarıdan verdikleri destekle bir azınlık hükümeti kurmuştu. 1999 Şubat ayında Suriye’yi terk ederek Kenya’ya kaçmak zorunda kalan Öcalan burada yakalanarak Türkiye’ye getirilince, operasyonda CIA önemli bir rol oynadığı halde bu başarı Ecevit’e mal edilmiş, olayın ardından yapılan seçimde DSP oy oranını yüzde 22’ye çıkararak “birinci parti” haline gelmişti...

Ne var ki, DSP’nin kendisine özgü sağlam bir programı olmadığı için ekonomide neo-liberal politikalar uygulanmaya devam edilmiş, bunun sonucunda krizlerle karşılaşılmıştı. Ecevit, 2000 ve 2001 yıllarında yaşanan iki mali krizin ardından mali bunalımdan kurtulmanın yolunu Dünya Bankası ve IMF ile anlaşmakta aramış, Dünya Bankası’ndan gönderilen Kemal Derviş’i parlamento dışından atama yoluyla ekonominin başına getirmiş, Kemal Derviş de bankaları kurtarmak için köylünün “iflahını” (tüm prim desteklerini)  kesmişti!..

Sonuçta DSP’nin ilkesiz uygulamalarının sonucu tam bir felaket olmuş, “Derviş komplosu” ile koalisyon hükümeti dağıtılmış, 2002’de yapılan seçimde Ecevit’in DSP’sinin oyu yüzde 2’ye düşerken yeni kurulan AKP ilk kez katıldığı seçimde tek başına iktidara gelmişti.

***

Bu olaydan alınacak pek çok ders vardır...

AKP’nin 22 yıllık iktidar döneminin getirdiği yıpranma ve ekonomik koşulların yol açtığı oy kaybı bugün itibariyle CHP’yi öne çıkarmışsa da, CHP’nin yeni “kaptanı” Özgür Özel, halen “gemisi” için istikrarlı bir rota çizebilmiş değildir...

Özel’in genel başkan seçilmesi ve ardından gelen oy yükselişi, onun siyasal yetenekleri, tecrübesi ve başarılarından değil, “eski kaptan” Kılıçdaroğlu’nun seçim başarısızlıklarının ve Batı yanlısı neo-liberal politikalarının millete ve CHP’ye “artık yeter” dedirtmiş olmasından kaynaklanmıştır.

***

AKP’nin yıpranması, ekonomik politikalarının başarısızlığının yanı sıra “İslamcılık” olarak tanımlanabilecek siyasal söyleminin kendisine oy veren kitlelerde yarattığı beklentileri karşılayamamış olması ile de ilişkilidir...

Ancak AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın iç ve dış politikadaki siyasal manevra yeteneği küçümsenmemelidir...

Hatırlanacağı üzere Erdoğan, “Milli Görüş” gömleğini çıkardığını söyleyerek ANAP ve DYP’den kopan “merkez sağ” seçmenlerin oylarıyla iktidar olmuş, yirmi küsur yıllık iktidar döneminde kendisine oy veren geleneksel “İslamcı” taban ile merkez sağ seçmenin desteğini koruyabilmiştir...

Bununla da kalmamış, ABD’nin FETÖ aracılığıyla gerçekleştirdiği komploların yarattığı tepki karşısında Ergenekon vb. davaların tutuklularını serbest bırakmış, “Atatürkçülerin” de desteğiyle 15 Temmuz’da ABD ve NATO destekli FETÖ darbesini yenilgiye uğratmıştır...

İktidara geldiğinde ABD’nin desteğini alan ve Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanlığını üstlenmiş, ancak ABD’nin inisiyatifi Suriye’de kırılınca dış politikada da ustaca bir dönüş yaparak Rusya ile anlaşmıştır. Ardından ABD-AB ile Rusya-Çin arasında bir “denge politikasına” yönelmiş, Ukrayna savaşı nedeniyle Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımlara katılmayarak ABD’nin Türkiye ile Rusya’yı çatışmaya sürükleme hamlesini etkisiz hale getirmiştir...

Son olarak İsrail ile ilişkileri geliştirdiği bir dönemde ABD ve İsrail’in Gazze’ye karşı giriştiği saldırıya karşı çıkmış, desteklediği HAMAS’ın en büyük rakibi olan Mahmut Abbas’ı kısa süre önce sert sözlerle eleştirmiş olmasına karşın Meclis’te konuşturarak, Filistin örgütlerinin birleşmesinden yana bir lider görüntüsü vermiştir. İsrail aleyhine uluslararası mahkemede açılan davaya müdahil olarak ülkedeki anti-emperyalist/anti-siyonist dalgayı yönlendirmeye yönelik etkili bir hamle gerçekleştirmiştir.

(Devam edecek)