ABD Maliye Bakanlığı’nın Terörizm ve Mali İstihbarattan sorumlu Müsteşarı Brian Nelson geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye bir ziyaret yaptı...

Financial Times’ın ziyaretle ilgili haberine göre Nelson ziyareti sırasında Türkiye Dışişleri Bakanlığı yetkilileriyle de görüştü ve “ülkenin HAMAS için bir finansman cenneti ve Rusya’nın savaş makinesi için bir ticaret merkezi olarak hizmet ederek iki kıtada şiddeti körüklediği” konusunda uyardı... Nelson ayrıca “HAMAS’ın gelecekte yapacağı herhangi bir saldırının Türkiye’de gerçekleşen bir bağış toplama ya da kolaylaştırma faaliyetiyle bağlantılı olması çok kötü olur” diyerek yetkilileri tehdit etti...

Bu arada Newsweek dergisinde 'NATO'nun hasta adamı Türkiye'yi yeniden düşünme zamanı' başlıklı bir haber yayınlandı. Haberde Türkiye’nin "NATO'nun giderek daha güvenilmez bir müttefiki haline geldiği yorumu yapıldı ve “Türkiye on yıllar boyunca artık sadık bir müttefik olmadığını yeterince göstermiştir. Batı'nın bu sorunla açık bir şekilde yüzleşmesinin zamanı gelmiştir" ifadesi kullanıldı.

***

Bu tür haberlerde sık sık Türkiye’de hukuk ve insan hakları alanlarında yaşanan sorunlara da yer veriliyor; ancak bu eleştiriler asıl amacı gizleyen bir makyaj olmanın ötesine geçemiyor. Çünkü aynı yayın organları, Türkiye Batı’nın çizgisinde yürüdüğü sürece bu sorunları görmezden geliyor...

Hal böyleyken ülkemizde demokrasi ve insan hakları sorunlarının ancak Batılı ülkelerin baskıları ve yönlendirmeleriyle çözülebileceğini zannedenler de var... Bu kesim, ağırlıklı olarak sosyal demokrat ve liberal partiler partiler içinde yer alıyor. “Yetmez ama evetçi” olarak tanımlanan “neoliberal solcu” bir kesim ise bu işin “teorisyenliğini ve sözcülüğünü” yapıyor...

İktidar partisini destekleyen medyanın konumu ise iktidarın takındığı konjonktürel tavırlara göre değişiyor. Onlar, ABD ve AB yöneticileriyle iktidarın arası iyiyse Batıya “iyi” gözlükle, kötüyse “kötü” gözlükle bakıyor. Gelişmeleri objektif olarak değerlendiren siyasal partiler ve aydınlar ise ne yazık ki bu ortam içinde  “marjinal” kalıyor.

***

Bu karmaşanın oluşmasında “emperyalizme bakış” konusundaki çarpıklıklar önemli bir rol oynuyor.

Bu çarpıklıkları aşabilmek ve ülkenin dış politika alanında izlediği çizgiyi doğru bir biçimde yorumlayabilmek için bağımsızlık ve demokrasiyi birbirinden ayırmamak, emperyalizm ve ona karşı yürütülen mücadele konusunda net bir bakış açısına sahip olmak, sonra da bu bakış açısını ülkemizin sorunlarına uygulayabilmek gerekiyor...

Bu işi yapmak doğal olarak “ulusal sol” bakış açısını benimsemiş bir kesime düşüyor. ‘68 Hareketi’ liderleri gençliklerine ve siyasal alandaki tecrübesizliklerine rağmen bu bu bakış açısına sahiptiler. O hareketin 1971 askeri rejiminin darbeleri altında ezilmesi ve dağıtılmasından sonra sol kesimde “cumhuriyetçilik”, “ulusalcılık” ve “kemalizm” değerlendirmelerinde bir kargaşa, bir “inkâr fırtınası” yaşandı; emperyalizmin körüklediği mikro milliyetçilik alıp yürüdü; çeşitli kisveler altında emperyalizme karşı tavır alan ülke ve siyasi hareketleri “antidemokratik”likle suçlamak yaygınlaştı...

Bu bakış açısı sonunda emperyalizm adına ABD’nin küresel efendiliğine karşı direnen Rusya’nın üzerine gönderilen neofaşist Zelensky rejimini “demokrat” diye savunmak, ABD’nin kara ordusu görevini üstlenen PKK’yi “devrimci” bir güç olarak görmek, HAMAS Arap Baharı sırasında ABD ile birlikte Suriye’deki Esad rejimine tavır aldığında onu “demokrat”, İsrail ve ABD’ye karşı tavır aldığında ise “terörist” ilan etmek gibi yanlışlara yol açtı.

***

Demokrasiyi gerçekten savunma niyetinde olanların şu gerçeği açıkça görmeleri gerekiyor:

Emperyalizmin sözcülerinin AKP iktidarına yönelttiği eleştiriler ve tehditler onların demokrasi ya da insan haklarını savunmalarından kaynaklanmıyor...

Gazze’ye atılan bombalar, Türkiye’ye yönelik tehditler, günümüz dünyasında yaşanan çatışmalar, savaşlar ve kıyımlar, başta ABD olmak üzere Batılı emperyalist ülkeler ve onların koruyup kolladıkları güçlerin izledikleri politikalardan kaynaklanıyor.