Özel gereksinimli bireyler için son zamanlarda özellikle kent konseyleri kapsamında çok güzel çalışmalar yapılmaktadır. Engelli merkezleri, etkinlikleri, parkları, farkındalık kampanyaları… Ancak yetersiz olduğumuz, eksik kaldığımız durumlarda azımsanmayacak kadar çok. Engelli takip yüzeylerinde bir anda beliren rögar kapağı, elektrik direği, çöp kutusu, park etmiş araba, banklar, reklam panosu sadece kaldırımlarda yaşanılan sorunlardan bazıları. Bunların dışında yaşama dair dikkat edilmesi gereken çok fazla konu başlığı var. Bu sorunları nasıl aşarız? Neler yapmalıyız?
Öncelikle karşılaştığımız ve bizim için o onda önemsiz gelen bu tip durumların özel gereksinimli bireyler için büyük sorun olduğunun farkına varmalıyız. Hayıflanmanın çözüm üretmeyeceğini kabul etmeliyiz. Küçük, büyük sorun demeden birlikte hareket etmeliyiz. Gördüğümüz her sorunu çözülmesi için anında ilgili yetkililere iletmemiz gerekmektedir. Toplum baskısı sorunların çözümü için en etkili yöntemlerden biri olacaktır.
Günlük çözümlerden ziyade kesin çözümler için her eğitim kademesinde uyum, kaynaştırma, geliştirme, düzenleme ve farkındalık eğitimleri verilmelidir. Özel gereksinimli bireylerin, sosyal entegrasyon ve kişisel gelişim açısından eğitimde oyuna yer verilmelidir. Özel gereksinimli bireylerin eğitimi ve Eğitim sürecinde oyun sadece eğlenceli bir etkinlik değil, aynı zamanda öğrenme ve sosyal beceri gelişimi için de önemli bir araçtır, çocuklar arası kaynaşmayı sağlayan en güçlü araçtır.
Oyun sadece öğrenmeyi kolaylaştırmakla kalmaz, aynı zamanda sosyal etkileşim ve engelli bireyler için güven oluşturma açısından da önemli bir rol oynar. Oyun, öğrenme sürecini eğlenceli hale getirerek öğrencileri motive eder. Ülkemizde oyun temelli eğitim çoğunlukla özel ihtiyaç kurumlarıyla sınırlı kalırken, Yurt dışında daha yaygın ve sistematik olarak desteklenmektedir. Türkiye'de ise oyun temelli öğrenme yöntemleri henüz yeterli düzeyde değildir.
Engeller ancak birlik olunca aşılır. Bu, bugün de böyle Atatürk zamanında da böyleydi. Savaştan yeni çıkılmıştı. Şehit sayısının hesabını bile yapamazken geri de kalan gazilerin sayısı azımsanmayacak kadar çoktu. Kimi kolunu, kimi gözünü ve çoğu ayağını, bacağını kaybetmişti. Bunun en büyük sorumlusu da Türk askerlerinin yürüyüş yoluna atılan “topuk kıranlardı.”
Topuk kıran; yere nasıl düşerse düşsün sivri tarafı hep üst tarafta kalan çiviydi. Gece karanlığında bu çiviyi fark etmeyip üzerine bastığın an bir ok gibi ayağınıza saplanır ve topuk kemiğini kırardı. Ameliyatsız çıkmayan bu çiviler çok askerimizin ayağını ya da bacağını kaybetmesine neden olmuştur. Ülkesi için çok büyük kayıplar vermiş olan bu aziz millete sahip çıkılmalıydı. Atatürk bu düşünce ile Cumhuriyeti ilan ettikten bir yıl sonra 1924 yılında ilk engelliler okulunu kurdu. Engellilere terzilik, marangozluk gibi meslekler öğretilirken, müzik dersleri veriliyor, matematik, fizik gibi dersler veriliyordu. Engelleri aşan komutan engelleri birlikte aşmaya kararlıydı.
Biz ise şu anda sadece kaynaşma, farkındalık için oyun temelli kapsayıcı eğitimler verilmesi önerisinde bulunuyoruz. Her zaman dediğimiz gibi kuruluş sürecimizde öngörülen eğitim faaliyetlerini istikrarlı bir şekilde sürdürebilseydik şu anda dünyanın en güçlü ülkesi olabilirdik.