Olimpik Spor Federasyonların, 2000 yılların başında özerklik yolunda ilk adımlarını attığı tarihlerde yaşanan en büyük sıkıntı, Spor Teşkilatının “Parayı ben veriyorum. Denetimi ben yaparım, delegasyon sayısında da aslan payı bende olmalı” diretmesine federasyonların karşı çıkamamasıydı. Nasıl çıkabilirlerdi ki o dönemlerde sponsor bulmak oldukça zordu… Federasyonlar resmen teşkilatın eline bakıyordu.

Yine o dönemde Spor Teşkilatının en büyük karar mekanizması, tüm spor unsurlarının temsil edildiği “Merkez Danışma Kurulu”idi… Ne yazık ki her yararlı olan şeyi yok ettiğimiz gibi bu değerli kurulu da tarihe gömdük. Bu kurulda 2 dönem Türkiye Spor Yazarları Derneğinin temsilcisi olarak görev yaptım. Özerkliğini ilk ilan eden Basketbol Federasyonu başkanı Turgay Demirel ile teşkilat oylarının azaltılarak kulüp delege sayısının artırılması için çok mücadele verdik. Çünkü bu durumun siyasetin spora egemen olmasına yol açacağına inanıyorduk. Nitekim de o günden bu yana da “parayı veren düdüğü çalar” örneği hep siyasilerin dediği oldu.

Zamanla bazı başarılı federasyonların sponsor sayılarını artırmasıyla doğru orantılı olarak yeni kurulan kulüp sayısı ile birlikte delege sayılarında eşitliğe doğru bir gidiş oluşmaya başladı. Bu durum özellikle büyük ve sponsor geliri fazla olan federasyonlarda gelişti. Bunun doğurduğu sonuçlar da 2024 Paris olimpiyat oyunlarından sonra yapılan seçimlerde meyvelerini vermeye başladı.

Artık delegeler uyanmıştı… Körü körüne hareket edilmenin verdiği zararların bilincine varılmıştı… Bu nedenle teşkilatın dolayısıyla da iktidarın dayatmalarına karşı gelinmeye başlandı. Bu konuda da en iyi örnekler, iyi örgütlenen kulüp delegeleri ile aklı selim teşkilat mensuplarının başarılı başkanlarına sahip çıkarak başta voleybol, yelken ve atletizm gibi önemli federasyonların genel kurullarında verildi. Voleybol ve yelkende başarılı başkanlar Mehmet Akif Üstündağ ve Özlem Akdurak, teşkilatın dolayısıyla da siyasi erkin işaret ettiği Gökhan Dinçer ve Prof. Dr. Burhanettin Hacıcaferoğlu karşısında delegeler tarafından korunmaya alınarak görevlerini sürdürmelerine olanak tanındı… Oy farkı (Voleybolda 26, Yelkende 9 oy) fazla olmasa da bu dayatmaya karşı gelen delegelerin yükselen ayak sesleriydi.

Atletizm Federasyonunda da kulüp delegelerinin etkinliğini göstermesi için haklı nedenleri de vardı. Teşkilatın içinden gelen eski başkanın başarısızlığı kadar federasyonumuzun uluslararası platformda düşürülen çok kötü durum da bunda rol oynadı. Türkiye, olimpiyat oyunlarına daha fazla sporcu gönderme adına derecelerde yapılan manipülasyonlar yüzünden utanç listesine sokulmuştu. Ayrıca World Athletics’e (WA) bağlı 196 ülkede uygulanan Çocuk Atletizmi Projesini kişisel kaprisleri nedeniyle durdurarak bu alanda da prestij kaybına uğratan bir başkana atletizm camiasının artık tahammülü kalmamıştı. Bu nedenle adaylardan Halil Akkaş’ın hiçbir günahı yokken tıpkı eski başkan gibi Gençlik ve Spor İl Müdürü olması dolayısıyla da teşkilatın desteğini alması seçimi çok az bir farkla kaybetmesine neden olmuştu. Çünkü büyük çoğunluğu kulüp delegelerinden oluşan bir grubun dayatmaya karşı desteklediği Ahmet Karadağ’ın 3 oy farkla seçimi kazanması da bir önceki yazımda “Her yönüyle çok çekişmeli geçmeye aday bu seçimde kazanacak ismi ancak birkaç oy farkının belirlemesi de kaçınılmaz bir durum olur.” şeklindeki öngörümü de doğrular nitelikteydi.

Daha Halter, Yüzme, Motosiklet, Masa Tenisi, Güreş, Tenis, Boks gibi önemli olimpik federasyonlarının seçimleri duruyor… Bu seçimlerde de ilginç gelişmeler olabilir. Zamanı geldiğinde onları da analiz ederiz. Ayrıca başarısız oldukları halde seçimleri kazanan özellikle olimpik branş başkanları da tek tek açıklayacağız.