Önceki yazımızda CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Kılıçdaroğlu’nun neo-liberal politikasını devam ettireceğini gösteren en önemli olayların “dış politika” alanında cereyan ettiğini söylemiş, ...

Kılıçdaroğlu döneminde emekli Washington ve Londra büyükelçilerine ipotek edilmiş olan CHP’nin dış politika danışmanlığının aynı isimlerce sürdürülmesinin yarattığı sorunlara dikkat çekmiştik...

Bu arada Özel’in AB’ye giriş konusunda yaydığı “gerçeküstü hayaller” ve Çin karşıtı propagandalara katılımından örnekler vermiştik.

***

Bir partinin genel başkanı her sorunu derinlemesine bilmeyebilir...

Danışmanlar bu işler için gereklidir...

Ama koca partide bir tane bile bu işleri CHP’nin kuruluş felsefesine uygun biçimde yorumlayacak danışman bırakılmayınca ortaya çıkan sonuç bu olmaktadır!

***

Benzer bir yalpalama Bahçeli’nin ortaya attığı “Öcalan açılımı” sonrasında izlenen tutumlar için de geçerlidir...

Bahçeli’nin Öcalan’a yaptığı “PKK’yi lağvet; biz de seni ‘umut hakkından’ yararlandıralım” çağrısı aslında bir “açılım” değil, bir “pişmanlık çağrısı”dır; ne var ki Özel bunu görememiştir...

Bunun neticesinde hemen “açılım politikalarını Meclis’te görüşelim” diyerek “oltaya” atlamış, bununla da kalmamış, “Kürt sorunu”ndan girip “eşit vatandaşlık” tan çıkarak Selahattin Demirtaş’ın yanına koşup ortak eylem planları yapmaya başlamıştır.

***

Bu konuda Selahattin Demirtaş, DEM Parti ve Batı yanlısı “liberal tayfa”  Özel’den çok daha tecrübeli ve bilinçli olduklarını göstermişlerdir...

Onlar bu çağrının amacını çok daha iyi değerlendirmişler, çağrının Apo aracılığıyla PKK/PYD saflarında bir bölünme yaratmayı amaçladığını, bu bölünmenin mutlaka DEM Partiye yansıyacağını, bunun da muhtemelen bu partinin baraj altında kalmasına yol açacağını gördükleri için son derece ihtiyatlı bir tutum izlemişlerdir...

Nitekim sözünü ettiğimiz liberallerin önde gelenlerinden Murat Belge T24 sitesinde bu konuda yazdığı bir köşe yazısında “(Bahçeli) Pek kamufle edilmeyecek bir şekilde Selahattin Demirtaş’ı tasfiye ediyor” dedikten sonra, “Ben kendi hesabıma Kürt sorununda Demirtaş’ı ve onun yaklaşımını dışlayan, kaale almayan çözümlerin geçerliliğini kabul edemiyorum. Ağır müebbede mahkûm bir Abdullah Öcalan’ın ‘Bir tarafın öbür tarafa kendi iradesini dikte ettiği’ türden bir barış durumuna uygun bir 'muhatap' olacağını düşünüyorum." demiştir...

Özel ise bu tartışmada yönünü şaşırmış bir biçimde bir yandan “Yıllardır bu ülkede yaşayan insanların Anayasa’da yazdığı gibi eşitliğini savunduk” sözleriyle eşit vatandaşlığın anayasada en açık bir biçimde dile getirildiğini kabul ederken, diğer yandan “Bu ülkede Kürtler ‘sorunum var’ diyorsa, Kürt sorunu vardır. Bir sorunun olup olmadığına devlet değil millet karar verir” ifadesini kullanmış ve şöyle devam etmiştir:

“Bu ülkede Kürtler sorunumuz kalmadı diyene kadar Kürt Sorununun varlığına inanacağız.”

***

Özel, bu sözleriyle tartışmayı ne yasa ne bilim ne de siyaseten kabul edilebilir olan “sübjektif” bir zemine çekmiş, bunu bir de “eşit vatandaşlık” meselesine bağlayarak tüm tartışmayı içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir...

Gelinen noktada ülkede ne kadar etnik unsur varsa hepsi sıraya dizilip “benim de sorunum var ve ben ‘var’ dediğim sürece bunu kabul edeceksin” dese Özel ne cevap verecektir?..

Hepsine “haklısın!” derse o zaman memleket ne hale gelecektir?..

***

Ayrıca...

Bir an için düşünelim, “Kürtler” derken Özel kimi kastetmektedir? Bundan Kürt etnik kökeninden gelen insanlar kastediliyorsa ne kadar Kürt varsa o kadar farklı fikir olabilir. Bir kısım Kürt kalkıp ben devlet kurmadığım sürece bu sorun vardır!”diyebilir, bir başkası “Hayır, benim sorunum tek bir devlet çatısı altında eşit muamele görmektir“ sözleriyle buna karşı çıkabilir...

Peki o zaman Özel hangi Kürdün sorununu nasıl çözecektir?

***

Görüldüğü gibi, Özgür Özel, CHP gibi ciddi olması gereken bir ana muhalefet partisinin lideri olmaktan çok esen her rüzgara yelken açıp oy devşirmeye çalışan bir kasaba politikacısı gibi hareket etmektedir. Bu tavrıyla Süleyman Demirel’in vaktiyle taban fiyatları konusunda söylediği “muhalefet ne fiyat vaad ediyorsa ben onun beş üstünü vereceğim” yaklaşımını “el yükseltiyorum!” diyerek sürdürmektedir. Merhum Demirel o zaman bir başbakan olarak taban fiyatlarını belirleyebileceği için onun bu tavrı anlaşılabilirdi; Özel ise tam anlamıyla boş laflarla havanda su dövmekte, partisine gönül verenlerin aklını karıştırmaktadır!

***

 Özel, iktidarın Anayasa değişikliği konusundaki çabalarına da şu sözlerle adeta “yeşil ışık” yakmaktadır: “Bir kişinin sorununu çözüp Tayyip Beyin de istediğini alıp bu alışverişle bir Anayasa oyunu kurma oyunu ayıplı bir hesaptır. Biz çözüm için Meclis’i adres gösteriyoruz.”...

Özel’in  “Kürt meselesi”nin çözümünün bir kişinin değil de “bütün Kürtlerin” (!) sorunlarının Meclis’te anayasa “oyunu kurarak” çözmekten geçtiğini düşüncesini savunması “bölgesel özerklik”, “azınlık hukuku” gibi ancak Anayasa’nın “değiştirilemez” üçüncü maddesinin değiştirilmesiyle mümkün olacak değişiklikleri kabule hazır olduğu anlamına gelmektedir.

***

Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullarda planlı-programlı hareket eden ciddi ve güçlü bir ana muhalefet partisine ihtiyaç vardır...

CHP artık uyanmalı ve kuruluş felsefesine dönerek bu görevi yerine getirmeye çalışmalıdır.