Tefsir ve Kur'an araştırmalarıyla tanınan pek çok eserin sahibi İlahiyat Profesörü Mustafa Öztürk, yaklaşık iki yıl önce görev yaptığı üniversiteden ayrılmak zorunda kaldı. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Öztürk, emekli olduktan sonra Almanya'daki Münster Wilhelm Üniversitesi'nin İslam Teolojisi bölümünden davet aldı ve ülkeyi terk etti. Öztürk, tarikat ve cemaatlerin linç girişiminden ancak göç ederek kurtuldu.

Aslında tarihte örneğine çok sıkça rastladığımız şekilde, yobazlığın kurbanı oldu, İslam engizisyonuna yenildi.

Giderken de Türkiye'nin şirazesinden çıkmasını 'Artık gidelim… Yerli ve milli tımarhanede herkese ruh sağlığı dilerim. Doktora tez danışmanlıklarımı Cübbeli ile Sakarya'daki tacizci Nurullah'a devrettim. İlahiyat işleri artık onlara teslim' şeklindeki sözleriyle ifade etti.

Öztürk'ün hedef alınmasının nedeni doktora öğrencileriyle yaptığı dersin kayda alınıp, bağlamından da koparılmış şekilde sosyal medyada paylaşılması idi. Allah kelamını inkar etmekle suçlandı; ihraç edilmesi için kampanyalar başlatıldı. Cübbeli Ahmet Hoca lakabıyla bilinen Ahmet Mahmut Ünlü de 'Kur'an'ın vahiy olduğunu inkar eden Mustafa Öztürk'ün ilahiyatta hala çocuklarımızı zehirlemesine ne kadar daha göz yumacaksınız?' diyerek bu kampanyaya destek verdi.

Pek de garipsediğimiz bir durum değildi bu. İslam tarihi birbirini zındık, kafir, mürted ilan edenlerle dolu. 1400 yıllık bir zaman diliminde her tarikat veya cemaat bir diğerini İslam'ı bilmemekle suçluyor, Allah'ı inkar etmekle, dinden dönmekle itham ediyor, ölüyor, öldürüyor.

Örneğin, Şeytan Ayetleri kitabının yazarı Salman Rüşdi ile ilgili İran ölüm fetvası çıkardı ve kimi ülkelerde bunun için cinayetler işlendi. 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas'ta, Şeytan Ayetleri kitabıyla ilgili görülen Aziz Nesin'in Sivas'a gelmesini bahane eden saldırganların Madımak Oteli'ni ateşe vermesi nedeniyle 35 insanın hayatını kaybettiği daha dün olmuş gibi belleklerdedir.

Daha yakın zamanda, Fransa'da 2015 yılında mizah dergisi Charlie Hebdo'nun Paris'teki binasında 12 kişi öldürülünce Avrupa, cihatçıların vahşeti karşısında sarsıldı. Bu saldırının sanıkları arasında iki Türk'ün de bulunduğunu ayrıca hatırlatayım.

Bunun gibi pek çok vahşi saldırı örneği sıralanabilir; öyle ki denizler mürekkep olsa birbirini kafir ilan edenlerin dinci şiddetini yazmaya yetmez bile.

Türkiye, tarikat ve cemaatlerin faaliyetlerinin sınırlandırıldığı Cumhuriyet döneminde bu tür tartışmaların uzağında idi. Muhafazakarlığın nüfuz bölgelerinde belki fiili olarak dinin bağnaz yorumlamalarından kaynaklı sorunlar yaşanmış olsa da bunlar çok görünür olmadı, genelleşmedi. Ancak 1950'lerde Demokrat Parti'nin iktidara gelmesiyle adeta şımartılan tarikat ve cemaatler, sağ hükümetler eliyle, özellikle de Adalet ve Kalkınma Partisi'nin yönetiminde temel referans kaynakları haline geldi. Bugün hemen hemen her alanda dini grupların hakimiyetleri sözkonusu… Kadınlara yönelik şiddetin önlenmesine yönelik çıkarılan İstanbul Sözleşmesi bile tarikat baskısıyla sonlandırıldı.

Şimdi o dini alan üzerinde inanılmaz bir rekabet var. Son örneği de Nakşibendiliğin Halidiyye koluna mensup olan Cübbeli Ahmet Hoca'nın, Diyanet İşleri Başkanlığı'nı yerden yere vurması. Bir süredir Türkiye'de gelişen Selefilik Vahabilik örgütlenmesine dikkat çeken hatta Selefi örgütlerin silahlandığını açıklayan Cübbeli Ahmet, Diyanet'e bağlı camilerde Irak ve Suriye'den gelen Selefi- Vahabi imamların sohbet ederek namaz kıldırdığını ifade ediyor. Sözleri dehşet verici:

'Diyanet'i, Vehhabîleri konuşturmama husûsunda uyarıyorum. Aksi takdirde iç savaşa destek vermiş olacaklardır.'

Bu sözler aslında bir ifşaat niteliğini taşıyor. Meğerse, Selefilik-Vahabilik düşüncesi, devletin resmi bir kurumunda, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesindeki kimi müftüler sayesinde resmen hayatımıza girmiş. Bu durum öyle bir hal almış ki, kendisi de ton farkıyla başka bir bağnazlık içinde debelenen Cübbeli Ahmet bile tedirgin oluyor.

Bugünlerde ortalık toz duman.

Türkiye Ortadoğulaşıyor denilirken işte bu vaziyet anlatılmak isteniyordu.