Özel Haber

“Hidrojeopolitik konumumuz hayati önem taşıyor”

İklim değişikliği ve su sorunu gün geçtikçe beraberinde daha fazla sorunla birlikte büyüyor. Su Politikaları Derneği Başkanı Su Politikaları Uzmanı ve DSİ eski yöneticisi Dursun Yıldız ile Türkiye'nin hidrojeopolitik önemini konuştuk.

Su Politikaları Derneği Başkanı Su Politikaları Uzmanı ve DSİ eski yöneticisi Dursun Yıldız, Başkent’in sorularını yanıtlarken, “Türkiye’nin stratejik önemi ne denli önemliyse, hidrojeopolitik konumu da hayati önem taşıyor. Türkiye’nin sadece ülke içi su politikaları ve su yönetimi için değil sınıraşan sular konusunda da uzmanlara, disiplinlerarası düşünce üretim merkezlerine, stratejik araştırma kurumlarına ihtiyacı bulunmaktadır. Hatta bu ihtiyacın gün geçtikçe arttığı da açıkça görülmektedir.” dedi.

Yıldız,  son yıllarda etkisi daha da fazla hissedilen iklim değişikliğine ilişkin ise, “Özellikle son yıllarda iklim değişikliğinin etkilerinin daha belirgin olarak hissedilmesi ülke içinde su yönetimini zora soktuğu gibi sınırşan su havzalarında önceki anlaşmaların uygulanmasını ve bu suların yönetimini de zorlaştırdı. Bu nedenle Sahra Altı Afrika, Orta Doğu ve Güney Doğu Asya ülkeleri arasında sınıraşan su yönetimi gerilimi artabilir.” diye konuştu.

Türkiye’nin hidrojeopolitik önemi nedir?

Türkiye, kara sınırlarının yaklaşık dörtte biri sınıroluşturan nehirler tarafından oluşturulan ve su potansiyelinin yüzde 35’i sınıraşan su havzalarından kaynaklanan Jeopolitik öneme sahip bir ülkedir. Türkiye’nin tüm komşu ülkelerle sınıraşan veya sınıroluşturan bir nehir ilişkisi de mevcuttur. Ayrıca Türkiye sınıraşan su havzaların birçoğunda kaynak ülke konumundadır. Ortadoğu’yu besleyen Fırat ve Dicle Nehirleri de Türkiye’den doğuyor. Bu koşullar Türkiye’yi Hidrojeopolitik açıdan da çok önemli bir ülke yapıyor. İklim değişikliğinin olumsuz etkisi,su ,enerji ,gıda ve çevre güvenliğinin artan ilişkisi ve Jeopolitik gelişmeler,bölgenin yeniden dizaynı çabaları yakın gelecekte  bölgede sınırşan su kaynaklarının güvenlikleştirilmesi tehlikesini arttırıyor.  Kısaca bölgede önemli bir güç olan Türkiye’nin sadece ülke içi su politikaları ve su yönetimi için değil,sınıraşan sular konusunda da uzmanlara, disiplinlerarası düşünce üretim merkezlerine, stratejik araştırma kurumlarına ihtiyacı bulunuyor. Hatta bölgedeki gelişmelere bakılırsa bu ihtiyacın gün geçtikçe arttığı da açıkça görülüyor.

Hidropolitik konusunda eğitim ve kurumsal altyapı eksikliği nelerdir anlatır mısınız?

Ülkemizde bu ihtiyacın karşılanmasına yönelik olarak gerek uzmanlık alanındaki eğitim altyapısının gerekse bu alanda düşünce üretecek ve uluslararası kamu diplomasi konusunda etkili olacak kurum ve kuruluşların gelişmesinin yeterli olmadığı görülüyor. Ülkemizde Hidropolitik, Su Diplomasisi, Sınraşan Su Yönetimi gibi konulardaki ilk uzmanlık eğitimi altyapısı çalışmaları 2000’li yılların başında başladı. Bugüne kadar kısmi bir gelişme gösterdi ancak aynı alanda dünyadaki çeşitli ülkeler ve merkezlerdeki gelişmelerin çok gerisinde kaldı. Bu konu ele alınırken, ülkemizin ihtiyacının sadece uzmanlık veya akademik kariyer alanındaki eğitim programları olmadığı dikkatlerden kaçmamalıdır. Bu alandaki uzmanların istihdam edileceği araştırma merkezleri, düşünce kuruluşları, kamu kurumları ve enstitülere de ihtiyaç vardır. Bu merkezlerin oluşturulması geliştirilmesi ve de desteklenmesi de en az bu alandaki uzmanlık eğitimi altyapısı kadar önem ve öncelik taşımaktadır.Ancak bu merkezlere ve kurumlara verilen destek halen çok yetersizdir. Bu nedenle 1994 yılında kurulan Hacettepe Üniversitesi Hidropolitik ve Stratejik Araştırma ve Uygulama Merkezi Lisansüstü düzeyinde 30-40 mezun vererek kapanmıştır. Mevcut birkaç program ise kendisini geliştirememiş ve uluslararası tanınırlık kazanamamıştır. Yani bu konuyu sadece eğitim programları açmak şeklinde değil birbirini besleyen ve geliştiren bir strateji ve sistem bütünlüğü anlayışı içinde ele almak durumundayız. Bunun aksine bazı çabaların istenilen sonuçları vermediği ve vermeyeceği görülmüştür.

HİDROPOLİTİKA DİSİPLİNİ

Hidropolitika disiplini ne zaman ortaya çıktı ve neden önemli?

Hidropolitika çalışmaları nispeten yenidir kökleri yalnızca 1980'lerin başına kadar uzanır. Bu disiplin multidisipliner bir anlayışla üzerine çalıştığı kavramları siyaset bilimi, coğrafya, uluslararası hukuk, uluslararası ilişkiler veya sosyoloji gibi diğer köklü disiplinlerden alır. Bu nedenle tek bir tanımı yoktur. Hidropolitika, ülkelerin sınırları aşan su kaynakları üzerinde nasıl müzakere yaptığını, paylaştığını ve bazen de nasıl rekabet ettiğini inceler. Su paylaşımı, tahsisi ve kullanımının politik, ekonomik ve sosyal etkilerini araştırır. Hidropolitika aynı zamanda sınıraşan su kaynaklarının sürdürülebilir bir şekilde yönetilmesi için işbirliğine ve anlaşmaların oluşturulmasına da odaklanır. Özetle söylenecek olursa Hidropolitika, su kaynakları ile uluslararası politik güç arasındaki etkileşimi inceleyen ve önemi giderek artan multidisipliner bir alandır. Özellikle dünyanın bazı bölgelerinde giderek artan su sıkıntısının yaratabileceği sosyal, ekonomik, ekolojik, politik sorunlar da artmaktadır.  Su sorunları ülke içi ve ülke dışına kitlesel göçleri arttırabilir, gıda güvensizliğini şiddetlendirebilir ve toplumsal sosyal krizleri tetikleyebilir. Dünyada 286 adet sınıraşan nehir ve göl havzası var. Tüm dünyadaki nehirlerin toplam suyunun yaklaşık yüzde 60’ı bu havzalarda yer alıyor ve dünya nüfusunun yaklaşık yarısı bu havzalarda yaşıyor. Özellikle iklim değişikliği,kirlilik, nüfus artışı ve artan su talebi bu sınıraşan kaynaklar üzerindeki baskıyı yoğunlaştırdıkça, su nedeniyle çatışma ihtimali her zaman mevcut olacaktır. Bu zorluklara rağmen işbirliği yolları da mevcuttur.  Bu nedenlerle Hidropolitika uluslararası sistemde gelecek ile ilgili yapılacak olan çalışmalarla doğrudan bağlantılı bir disiplin olup özellikle dünyanın bazı bölgeleri için önemini arttırarak sürdürmektedir.

 Su politikalarına ilişkin akademik çalışmalar konusunda ne durumdayız?

YÖK Akademik İstatistikleri, Sınıraşan Su Politikaları ile ilgili 6 farklı anabilim dalında son 20 yılda sadece 37 Yüksek Lisans,7 Doktora tez çalışması yapıldığını ortaya koyuyor. Bu süre içinde sadece 19 uluslararası bildiri ve 25 uluslararası makale yayınlandı. Bu alanda yayınlanan kitap sayısı ise sadece 13 olarak veriliyor. Bu veriler uzmanlık eğitimi alanındaki eksikliği açık bir şekilde ortaya koyuyor.  Bunun yanısıra bu çalışmaları değerlendirerek düşünce üretecek, yeni yaklaşımlar geliştirecek yeterli sayıda üniversite araştırma merkezinin,stratejik araştırma merkezinin ve sivil toplum kuruluşlarının olmaması da konunun diğer eksik tarafını gösteriyor.

 TÜRKİYE’NİN UZMAN VE DÜŞÜNCE ÜRETİM MERKEZLERİ İHTİYACI ARTACAK

“Dünyadaki ve çevremizdeki hızlı gelişmelere bakıldığında Türkiye’nin yakın gelecekte sınıraşan suları konusunda karşılaşabileceği baskıların artma ihtimali yüksek görünmektedir.” diyorsunuz bu baskılara karşı neler yapılmalı?

Bu duruma karşı öncelikle eğitim programları arttırılmalı ve birbirleriyle ilişki içinde olacak şekilde akademi, kamu kurumu ve sivil toplumun kurumsalkapasitesi geliştirilmelidir. Bu kurumlardaki eğitimde multidisipliner bir düşünce ve araştırma kültürü oluşturulmalı ve çalışmalar bu yönde geliştirilmelidir. Aksi halde artan baskılar altında sürekli savunmada kalan, ulusal çıkarları erezyona uğrayan ve en sonunda masada bedel ödemek zorunda bırakılmaya çalışan bir ülke olma durumunda kalabiliriz. Türkiye gibi bir ülkenin elindeki en büyük dış politika kozu, çevre ülkelerine karşı dinamik bir hidropolitika uygulayarak onlara su yönetimi alanında yol ve yön verecek şekilde ilişkiler kurmaktır. Özellikle birçok uluslararası çalışma Ortadoğu’da iklim değişikliğinin su kaynakları üzerindeki olumsuz etkisinden söz ediyor. Türkiye Ortadoğu’da proaktif bir Hidropolitika ve önleyici su diplomasisi konularında hazırlık yapmalıdır.  Türkiye gibi bir ülkenin, ülkesindeki ilgili tüm kurumlara stratejik akıl ve proje üretebilecek kapasitesi artmalıdır. Bu alanda uluslararası kamu diplomasisi yeteneklerimizin geliştirilmesine yönelik çabalar da önem taşımaktadır.

 İklim değişikliği ile gelen kriz etkilerine dair neler söylersiniz?

İklim değişikliği kaynaklı etkilerin en önemlileri sıcaklıkların artışı ve yağış rejiminin değişmesi nedeniyle gerçekleşen etkilerdir. Hidrolojik sistem dünyadaki iklim şartlarından doğrudan ve dolaylı olarak etkilenmektedir. Sıcaklıklardaki değişiklik buharlaşma ve terleme hızını, bulut karakteristiğini, toprak nemini, fırtına şiddetini ve kar yağış ve erime rejimlerini etkiliyor. Aynı zamanda yağışlardaki değişimler taşkın ve kuraklık olaylarının zaman ve şiddetinde ve yüzeysel akış rejimi, yeraltına sızan su miktarı, bitki deseni ve büyüme hızlarında değişikliğe yol açıyor. Artan nüfus, kentlere göç, kirlilik ve su tüketim alışkanlıkları gibi nedenler hâlihazırda su kaynakları üzerinde önemli baskılar oluşturuyor. Bununla birlikte iklim değişikliğinin özellikle suyun hidrolojik çevrimine, mekânsal ve zamansal dağılımına etkisi ise gün geçtikçe daha da artıyor. Bunun sonucu olarak, yağışların mevsimsel dağılım ve miktarında değişiklikler, yağış şiddetinde artış, kar ve yağmur arasındaki dengede değişiklikler, buharlaşmada artış ve toprak neminde azalma, sıcaklık ve yağışlara bağlı olarak bitki örtüsünde değişimler, buzul erimesinde artış, deniz seviyesinin yükselmesi ve yeraltı sularının tuzlanması gibi değişiklikler yaşanıyor. Ülkemizde  25 hidrolojik havza mevcut.. Yarı-kurak bir bölgede bulunan Türkiye’nin yağış rejimi, mevsimlere ve bölgelere göre büyük farklılıklar gösteriyor. Ayrıca ülke genelindeki su kaynaklarımız da nüfusumuza göre eşitsiz dağılmış durumda. Nüfus artışı, kentlere göç ve verimsiz kullanım nedeniyle bazı akarsu havzalarında su talebi, kaynakların potansiyelini maalesef aştı. Havzalararası su transferleri yapılıyor.Bununla birlikte Türkiye’de iklim değişikliğinden kaynaklanan sıcaklıkların artması, yağışların azalması, yüzey sularının kaybı, kuraklıkların sıklaşması, toprağın bozulması, kıyılarda erozyon ve taşkın gibi etkiler su kaynaklarımızı doğrudan tehdit ediyor. Özellikle son yıllarda iklim değişikliği etkilerinin daha belirgin olarak yaşanması bu alanda uyum (adaptation) ve azaltım (mitigation) çabalarını arttırdı. İklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin hafifletilmesi yönündeki tedbirler uyum kapsamında değerlendirilirken, karbon salımının azaltılmasına yönelik faaliyetler ise azaltım kaleminde ele alınıyor.