Nedir maske?
Yapma yüz…
Bundandır ki simgesidir tiyatro sanatının.
Çünkü sahnedeki oyuncu, başka bir insanı, belki yüzyıllar önce yaşamış, belki hiç yaşamamış, bir yazarın hayal dünyasının ürünü olan bir insanı oynar. O olur. O olduğuna inandırır seyirciyi.
Sahnedeki oyuncu bir başkasını canlandırdığı için yüzü bir maskeye dönüşür.
Bu bir yana, kartondan veya plastikten yapılmış maskeleri yüzüne takarak da sahneye çıktığı olur oyuncuların. Özellikle de çocuk oyunlarında bol kullanılır maske.
Maskeleri sahnedeki oyuncuların yüzünde görmek güzeldir de… Sokakta görmek ürpertici.
Çünkü, yüzü saklayan maske, tanınmamak amacıyla kullanılır.
Niçin tanınmak istemezki insan?
Suç işleyecekse tanınmak istemez.
Bundandır cinayetlerin, soygunların, yasal olmayan eylemlerin vazgeçilmezidir maske…
Bundandır ürpertici olması…
***
Maske günlük yaşamda pek karşılaşılmayan bir şey(di). Mecazi anlamıyla ise gürül gürül her yerde…
Nedir o mecazi anlam?
Özündeki, içindeki, ruhundaki kişiliği saklayıp, başka biri gibi dolaşmak sokaklarda. Öyle oturmak kahvelerde, meyhanelerde. Ve öyle konuşmak. Söyleşmelerde, salonlarda, kürsülerde… Başka biri gibi… Olduğunuz gibi değil de, başka biri gibi...
'Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol!' demesi boşuna değil Mevlana'nın.
Ne diyordu Mevlana?
'Güneş gibi ol şefkatte, merhamette / Gece gibi ol ayıpları örtmekte / Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte / Ölü gibi ol öfkede, asabiyette / Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette / Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.'
Niçin söyledi bunu Mevlana?
İnsanlar öyle değildi çünkü.
Değişen bir şey var mı yüzyıllar sonra?
İnsanlar hala bir maskeyle dolaşıyor, yürüyor, konuşuyor…
Diyojen'in güpegündüz elinde fenerle dolaşması bundandı!
Diyojen, Diyojen'ler, güpegündüz fenerle insan arıyor hala!
Maskesiz insan.
***
Henüz yaşamımızda maske yoktu. Daha çok bir imgeydi maske… Görüntüsüyle değil, mecaz anlamıyla yaşamımızdaydı ama…
Ne çok dinledik Yeni Türkü'den 'Maskeli Balo'yu… 1980'li yılların hüzünlü akşamlarında…
Akdeniz'in tuzunu, ruhunu, mavisini özleyerek… Düşleyerek… 'Eski sevgili' gibi.
'Yaktım gemilerimi / Dönüş yok artık geri / Tak etti canıma bu maskeli balo / Bu maskeli balo / Ve onun sahte yüzleri'.
Dinledik, birlikte söyledik, hüzünlendik.
Yaşam bir 'maskeli balo' gibi sürdü ama…
Zaten çok daha önce, yıllar yıllar önce, 1949'da (Bu tarih önemli) Behçet Necatigil de dememiş miydi 'Ben bu ismi verdim hayata' diye?
'Siz gene o maskeli balodan döndünüz, / –Ben bu ismi verdim hayata– / Duracak haliniz kalmadı ayakta, / Soyunup dökününüz. // Siz kurt oğlu kurtsunuz / Bir ben biliyorum sizi / Bir ben görüyorum, kuzu postuna girdiğinizi, / Bravo, gene nasıl da yutturdunuz!'
Böyle sürdürür şiirini Necatigil. Anlatır maskeli yüzleri… Sonunda der ki?
'Maskeli balo bitti, gene gece, evinize döndünüz / Ayakta duracak haliniz kalmadı şimdi / Bakmayın aynalara, aynalar kirli / Aynalarda rezil olur yüzünüz.'
***
Bahar geldi, güneş yine şefkatle gülümsüyor. Çiçeklendi ağaçlar. Gelinliğini giyindi. Kuşlar özgürce uçuyor daldan dala… Kediler, köpekler maskeye gerek duymadan dolaşıyor sokaklarda. Dağlarda hayvanlar baharı yaşıyor coşkuyla. Su içmeye iniyor cerenler.
Bizlerse betondan evlerimizde 'hapis'iz. Sokağa çıkmak zorunda kalırsak yüzümüzde maske. Maskesiz çıkmak yok sokağa.
Hep maskeyle çıkılıyordu zaten de… Şimdi gizli maskelerimizle değil yalnızca… Görsel olarak da yüzümüzün ayrılmaz parçası oldu maskeler.
***
Doğanın bize bir diyeceği var sanırım.
Dinleyelim!