Beklentileri erteleye erteleye geldik bugünlere…
Umduğumuzu bulsaydık, yıllar önce kavuşmuştuk şimdilerde küf tutmuş hayallere…
Aslında, yarısı, hatta onun da yarısı gekçekleşseydi, yeni hayaller peşinde koşma maratonunu çoktan sonlandırmış olurduk büyük ihtimalle…
Ama sonuç hep hayal kırıklığı olunca, pembe düşler de, zaman geçtikçe mum alevi gibi sönüyor.
Öyle bir noktaya geliniyor ki sonunda, insan kendinden çok başkalarının derdini düşünür hale geliyor.
‘’Biz battık, bari o kurtulsun’’ misali tanıdık, tanımadık kişilerin açmazını sorun ediyoruz.
Baksanıza Merkez Bankası Başkanı bile ev kiralarının yüksekliği nedeniyle annesinin evine taşınmakta bulmuş çareyi.
İstanbul gibi her şeyin ateş pahası olduğu bir kentte durum böyleyse siz düşünün gerisini…
Aylık maaşın 200 bin lira olsa ne olur, 300 bin lira olsa ne olur?
Şimdi, ‘’Tamam da arkadaş, dar gelirli ne yapsın. Emekli ne halt etsin. Nasıl yaşasın?’’diye tepki gösterenler olacaktır…
Bir bakıma doğru…
Ama o kesimler zaten yaşamıyor ki…
Bitkisel hayatta…
Fişinin çekilmesine ramak kaldı…
Beyin ölümü çoktan gerçekleşmiş…
Kalp atışları da durdu duracak…
Bir mucize gerek geri dönüş için…
Umutları yeşertecek, kalbi güçlendirecek bir mucize…
Şimdi, dar gelirlinin, emeklinin makineyle bile yaşaması mucizedir diye limon sıkmaya çalışan keskin muhalifler olacaktır.
O kadar da acımasız olmamak gerek.
İster makinalı ister makinasız.
Çıkmayan candan umut kesilmezmiş.
Biraz daha dayanalım hele…
O arada, bir fıkrayla tebessüm edip, hayatta kalma inadını sürdürelim yine de:
Öğretmen çocukların "mucize" kelimesine örnek olacak cümle bulmaları için çabalıyormuş:
– İnsan yirminci kattan düşüp ölmezse buna ne denir?
– Tesadüf, demiş öğrenci Temel
Öğretmen soruyu yinelemiş.
– Peki, insan yirminci kattan ikinci kez düşer yine ölmezse ne denir?
– Şans.
– Peki üçüncü kez olsa?
– Alışkanlık…
Kimi yöneticilerin de ‘’zam’’ sözcüğüne alerjileri vardır…
Bırakın ikiyi, üçü…
On tane örnek gösterseniz, söyletemezsiniz o kelimeyi…
‘’Zam’’ değildir!
‘’Düzenleme’’dir onun adı…
Yersen…