Ünlü şairimiz Yahya Kemal'in İstanbul tutkusu bilinir…
İstanbul'un tarih kokan dokusuna, mimarisine, doğasına hayrandır üstat.
Münir Nurettin'in sesinden şarkı olarak da dinlediğimiz 'Bir Başka Tepeden' şiirinde bu hayranlığını başka kentleri kıskandıracak şekilde dile getirir:
'Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul! / Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer. / Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul! / Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer. // Nice revnaklı şehirler görülür dünyada, / Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan. / Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rü'yada / Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.'
'Eylül Sonu' şiirinde Kanlıca'nın ihtiyarlarından söz ederken 'Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer' dizesini Kanlıca için yineler sanki, 'Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa…' diyerek.
Ona 'Duydumsa da zevk almadım Islav kederinden' dizesini yazdıran Varşova'da İstanbul özlemi duyar hep:
'Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta, / Tanburi Cemil Bey çalıyor eski plakta. // Birdenbire mes'udum işitmek hevesiyle. / Gönlüm dolu İstanbul'un en özlü sesiyle.'
***
Yahya Kemal 1 Kasım 1958'de, o çok sevdiği İstanbul'da öldü. Rumelihisarı'nda uyuyor sonsuz uykusunu… İstanbul'da ölüp, İstarnbul'da yattığından dolayı 'mes'ud' olmalı…
Ama günümüz İstanbul'unu görseydi, çıkıp bir tepeden yeniden baksaydı kente, aynı şiiri, şiirleri yazar mıydı bilinmez?
Göğü yırtan, manzarayı deşen, kentin siluetini bozan estetik fukarası, rant düşkünü yatırımları gördükçe hüzünlenir miydi? Daha da eskileri mi özlerdi?
Sanırım hüzünlenirdi, evet… O romantizmi bulamazdı çünkü…
Bunlar bir yana da, üstadın İstanbul ile Ankara karşılaştırmaları söz konusu olduğunda hep anımsanan, anılan bir anekdotu da şöyledir:
Yahya Kemal'e sormuşlar, 'Ankara'nın nesini seviyorsun?' diye…
O da, 'İstanbul'a dönüşünü' demiş.
***
Yahya Kemal'in İstanbul hayranlığını niye anımsadım?
Gelelim o konuya…
Onun hayran olduğu yıllardan bugüne İstanbul kültürel olarak Ankara'dan beslenmiştir hep. Başka sanatlar için tam olarak bir şey diyemesem de, en azından edebiyat açısından bunun böyle olduğunu biliyorum. 1940 kuşağından tutun da 'Garip' ve İkinci Yeni şiir yönsemelerine, hatta 1970'li yılların rüzgarlı şiirine dek hemen hepsi asıl olarak Ankara'da nefes alıp vermiştir. Böyledir de, sonra gidip İstanbul'a yerleşmiş, İstanbullu olmuştur o ırmaklarda akanlar…
Ve çoğu beğenmez olmuştur Ankara'yı…
Taşradan saymıştır. 'Periferi' demiştir.
'Memur kenti' diye küçümsemiştir. Yaratıcılığa, aykırılığa, sıradanın dışına kanat çırpmaya olanak vermeyen bir kent olarak anlatmıştır.
Annesinin, babasının, akrabalarının giyimini kuşamını, konuşmasını, sevdiği müzikleri, doğup büyüdüğü köy ya da kasaba ortamındaki yaşama kültürünü küçümseyen sonradan görmeler gibi…
***
'Palyaçosu bol, zengin bir sirktir Ankara' başlıklı yazım (*) yayımlandığında bazı Ankaralı edebiyatçılar da benim o İstanbul'a gidip geçmişini inkar eden edebiyatçılar ya da doğup büyüdüğü yeri küçümseyen 'sonradan görmeler' gibi düşündüğümü sandı.
Şair Abdülkadir Budak'ın sosyal medyada gösterdiği tepki ilginçti:
'Onca yıl Ankara'da yaşayıp İzmir'e gidince 'palyaçosu bol' bir şehir ettin ya arkadaşım! İstanbul'a gidenlerin böyle yaptığına alışmıştık da…'
Yine Ankara'da yaşayan şair dostlarımdan Filiz Bedük, yorum üstüne yorum yaparak inadına beni aynı yere koymayı sürdürdü…
Oysa anlaşılmayan bir şey vardı. Başlığa çıkardığım söz benim değil zaten. Halen Ankara'da yaşayan şair, halkbilim araştırmacısı, akademisyen dostum Metin Turan'ındı.
Dahası o yazıda Metin Turan'ın şiirlerinden ve bir söyleşisinden yola çıkarak yazdıklarım, yozlaşan / yozlaştırılan Ankara'dan duyulan rahatsızlığı anlatıyordu.
Evet, tek bir örnek vereceğim.
Kızılay'da, duruyor olsaydı tarihsel bir değer taşıyacak olan küçücük bahçeli Kızılay binasının yerinde şimdi koca bir 'çarşı'nın olması görgüsüzlük değil mi?
Kente hakaret değil mi?
Ankara'nın yozlaştırılması değil mi?
Bundan rahatsız olmak, küçümsemek mi Ankara'yı yoksa gerçekten seviyor olmak mı?
***
Şunu anladım bir kez daha:
Önce edebiyatla, yani yazmakla uğraşanlar öğrenmeli başlıklarla düşünmekten kurtulmayı… Bir metnin gövdesini bütünlüklü olarak görmeyi, algılamayı ve yorumlamayı…
O zaman, bir kenti de gerçekten sevmeye başlayabilirler…
Ben Ankara'yı gerçekten sevdiğimi düşünüyorum…
Yahya Kemal'in İstanbul sevgisindeki romantizmle değil üstelik
Metin Turan gibi…
_____________________________
(*) Başkent Gazetesi, 30 Ocak 2019.