Ömer Asım Aksoy'u bilir misiniz?
Türk diline onun kadar hizmet etmiş kaç kişi var?
Haklarını yemeyelim çok kişi var…
Ama bu soruyu sorduracak kadar, son nefesine kadar Türk dilini düşünmüş birisi o!
Ölüme adım adım yaklaşırken, hasta yatağında saatlerce söyleşmiştik.
Takvim, 16 Ocak 1993'ü gösteriyordu.
O yılın 30 Ekim'inde, 'Türk dili mücadelesi sizlere emanet' deyip, toprağa saklanıverdi.
'Hangi işe el attımsa, büyük bir ciddiyetle sarıldım' başlığını verdiğim söyleşi, Çağdaş Türk Dili Dergisi'nin Mart 1993 tarihli 61. sayısında yayımlanmıştı.
Şimdi niyeyse, yeniden gündeme gelen bir konu nedeniyle, o söyleşinin 'Ecevit'in TDK'ye ettikleri' ara başlığıyla yayımladığım bölününü paylaşmak istiyorum.
***
Aksoy'a, 'Türk Dil Kurumu'nda çalışırken karşılaştığınız, yaşadığınız önemli olaylardan söz etsek biraz...' dediğimde, sözü şöyle sürdürmüştü:
'Bakın, anlatacak çok şey var. Ama, ben size, tarihsel önemi de olan birini anlatayım. O da, Bülent Ecevit'le mahkemelik oluşumuz. Ecevit, bir ara, Atatürk'ün vasiyetnamesiyle TDK'ye bıraktığı parayı, Cumhuriyet Halk Partisi'ne (CHP) mal etmek istedi. Atatürk, vasiyetinde Türkiye İş Bankası'ndaki hissesine düşen gelirin Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu (TTK) arasında paylaşılmasını istiyor. Vasiyete göre, CHP'ye düşen görevse, bu parayı bankadan alıp, kurumlara vermekten ibaret. Ecevit'in iki hukukçu yardımcısı vardı. Biri, Prof. Turan Güneş. Diğerini anımsamıyorum. Bunlar dediler ki, 'Bu parayı üçe bölelim, CHP'ye de pay ayrılsın'. Bu olacak şey değildi. Açtım telefonu Ecevit'e, 'Sizin haberiniz var mı bundan?' diye sordum. 'Hukukçular öyle diyor', dedi. Kendisiyle görüşmek istedim ve randevu belirledik. Gittim. Baktım ki, o iki hukukçu da yanında. Vasiyetname de böyle bir kayıt olmadığını, isteklerini neye dayandırdıklarını sordum. İşte, 'CHP'yi Atatürk kurdu. Size parayı bizim elimizle verdiriyor. Demek ki, bizim de hakkımız var bu paradan almaya' dediler. Bir de, banka, sermayesini kırk milyon liradan iki yüz milyon liraya çıkardığı için, hissemizin ister istemez azaldığını, bizim kırk milyon liranın yüzde 27'sinde hakkımız olduğunu, yüz altmış milyon liralık kalan sermayeden payımız olmadığını söylüyorlar. Bunun üzerine ben, 'Eğer, hukukçular böyle söylüyorsa, bu gerçekse, kendi aramızda halledeceğimiz bir iş değil. Mahkemeye başvurun' dedim. Hiçbir yanıt veremediler. Ecevit, 'Arkadaşlarla konuyu değerlendirelim, bir hafta sonra sizinle yeniden görüşelim' dedi. Bir hafta bekledim, iki hafta bekledim bir haber çıkmadı.
Sonra, Türkiye İş Bankası'ndan bir mektup çıktı geldi. Mektupta, parayı CHP'nin istediği, hak sahibinin kim olduğu belirleninceye kadar da parayı kimseye vermeyip, 'yediemin'e teslim edecekleri yazılı. Ay sonu oldu. Çalışanlara maaş dağıtacağız, bekliyoruz, para gelmiyor. İki yıl bize para vermediler. Şükür ki, ben tedbirliydim. Kurum'a bir bina yaptırmak amacıyla para biriktiriyordum. O parayla idare ettik.'
Aksoy, olayı içindeki sızıyla anlatmıştı ama anlattıklarında, yıl belirsizdi.
Sordum:
'Hangi yıllardı bunlar?'
İşte yanıtı:
'1968'den 1970'e kadar. Sonra, biz birikmiş parayı mahkeme kanalıyla aldık. CHP de, davadan dolayı tazminata mahkum oldu. Paraları da yoktu. Ulus'ta, eski Meclis'in karşısında bir arsaları vardı. O arsayı hacz ettirerek aldık tazminatı da...
1970'den sonra, Ecevit'in Başbakanlığı döneminde, bu kez onlar mahkemeye başvurdu. Önceki davada biz, paramızı vermiyorlar diye dava açmıştık. Bu kez, onlar bizim aleyhimizde, Atatürk'ün vasiyetinin tespiti davası açtılar. Vasiyet de kendilerinin de hissesi olacağının tesbitini istedikleri gibi, bir de 'Dil ve Tarih Kurumlarının Atatürk'ün yolundan ayrıldığının tespiti' diye bir madde koymuşlar. Bu beni çok şaşırttı. Ecevit de bizim üyemizdi. Konuşmalarıyla, görüşleriyle daima Dil Kurumu'nu övmüştür. Hatta, demeçlerinin birinde 'Atatürk devrimlerinden ayakta kalan tek devrim, dil devrimidir' diyen biri Ecevit. Bu madde çok dokundu bana. Genel Yazman olarak, Başbakan Ecevit'e mektup yazdım. 'İsteklerinizin diğerlerine itirazım yok. Mahkeme kararını versin. Ama bu maddeden vazgeçin. Bizim, Atatürk yolundan ayrıldığımızı sizin ağzınızla mahkeme sicillerine geçirtmeyin. Bu sizin için tarihi bir leke olur' dedim. Ne bana yanıt verdi, ne de o maddeyi değiştirtti.
Ben de avukata başvurmak için rahmetli Recai Seçkin'e danıştım. Bana, iyi, güvenilir bir avukat olarak Tahir Sebük'ü önerdi. Sebük de, Yargıtay Ticaret Dairesi Başkanlığı'ndan emekli ve Yapı Kredi Bankası'nın Hukuk Müşaviri. Hatta, 'Ben avukat değilim, hukuk müşavirliği yapıyorum' diye davayı almak istemedi. Bu kez, Recai Seçkin benden, Danıştay ve Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan emekli olan Anayasa Mahkemesi Başkan Yardımcılığı da yapmış Tevfik Gerçeker'i devreye sokmamı önerdi. Öyle yaptım ve Sebük, avukatlığımızı almayı kabul etti.
Sebük, çok çalışkan bir insandı. Nenehatun'da oturuyordu. Oradan Kızılay'a, bankaya yayan giderdi. Bize de uğrardı sürekli. Davayla ilgili gelişmeleri konuşurdu. Ben de hukukçuyum ya, birçok şeyi birlikte kararlaştırırdık. Dedim ki ona, 'Atatürk vasiyetinde benim yolum şudur. Bu yoldan yürüdükleri sürece para bu kurumlara verilir dememiştir. Ayrıca da, Dil Kurumu, yolunun ne olduğunu kendi organları vasıtasıyla belirler. Mahkemenin bu konuda, Atatürk'ün düşüncesini tespit etmeye yetkisi yoktur.' Savunmada temel dayanağımız bu oldu. Davayı kazandık. Temyiz ettiler, temyizde de kazandık.'
***
Şimdi, enflasyon, işsizlik, açlık, yoksulluk, zamlar alıp başını gitmişken, yeniden gündeme gelen bir konu bu…
Üstelik, CHP para almıyor, Ecevit gibi çıkıp para falan istemiyor.
Peki, bu konu nereden çıktı?
Ya gündemle oynamak ya da o hisseden elde edilen gelirde de gözü var birilerinin.
Başka açıklaması yok!