Soru sormak, öğrenmenin temel taşıdır…

Bilmediğini soracaksın…

Soracaksın ki, öğrenesin.

İnsanoğlunun mayasında var merak…

Emekleme dönemini geride bırakıp, düşe kalka yürümeye başladı mı, sorular da peşi sıra gelir.

Yılmak yok…

Sabırla dinlemek gerek…

Aynı dönemlerden kendimizin de geçtiğini unutmamak, ilerleyen yaşlarda büyüklerin 'ne çok soru sorardın' anımsatmalarını hatırdan çıkarmamak gerek.

Bildiklerini yanıtla, bilmediklerini biliyormuş gibi yapma…

Yalan yanlış bilgileri, körpe beyinlere şırınga etme…

Lambadan yayılan ışığı gösterip de 'Bu ne' diye sorulduğunda, yutkunup durma.

'Ya da gölgem benim neyim oluyor' sorusuyla karşılaştığında, duymamış gibi yap…

Bilgiçlik taslayıp, yanıt verme gayretkeşliğine yönelme.

Soru sormak öğrenmenin temel kurullarından biri…

Ama onun da yeri, yurdu var…

Zamanı var…

Kaidesi, kuralı var…

Öyle her şeyi öğrenmeye çalışmak başa olmadık işler de açabiliyor…

Örneğin, kuytu köşelerden birinde 'Heeyt' diye naralar savuran bir bıçkına 'Hayrola. Derdin ne arkadaş. Akşamın bu saatinde ne diye gürültü yapıyorsun?' diye sormayacaksın…

Aksi davranışın, belki de yaşamın boyunca yönelttiğin son soru olabileceğini'' aklından çıkarmayacaksın.

Veya iş aramaktan tabanları şişmiş ayaklarını dinlendirmek üzere yol kenarındaki banka ilişmiş gence, 'Bu yaşta boş oturmak yakışıyor mu?' sorusunu yöneltmek de gereksiz meraktan kaynaklanan 'dayağa susamışlığın dışa vurumu olduğunu' unutmayacaksın.

Bir de keyif kaçıran sorular sormayacaksın…

Hınzır sorulardan uzak duracaksın...

Mesela 'Bu hayat pahalılığı ne zaman bitecek?' sorusunu unutacaksın.

Trafik keşmekeşine bakıp da 'Bu zulüm ne zaman son bulacak?' diye sormayacaksın…

'Verilen sözler, vaatler ne oldu?' sorusunu asla ağzına almayacaksın…

Soru var, sorucuk var…

Ayrımını doğru yapacaksın…