Fransa Cumhurbaşkanı Macron'un sözünü ettiği NATO'nun 'beyin ölümü' ile ilgili önceki yazılarımızda bu olayın soğuk savaş sonrası oluşan koşullar ve 'Batı bloku'nun ayrışmasıyla ilgili yönleri üzerinde durmuştuk...

Bir de Türkiye'nin durumu var...

NATO'nun ABD'den sonra en büyük ordusunu besleyen Türkiye de bu ayrışmadan etkileniyor.

***

Vaşington'da geçtiğimiz günlerde gerçekleşen Erdoğan-Trump görüşmesi sonrasında düzenlenen basın toplantısında Trump, Türkiye'nin NATO'daki rolü konusunda şunları söyledi:

'ABD ve Türkiye güvenlik konularında birlikte çalışıyorlar. Türkiye, ABD'den sonra NATO'da en büyük ikinci ordu. Türkiye savunma harcamasını düzenli olarak arttırmaya devam ettirdi. 29 ülke arasında NATO'ya karşı yükümlülüklerini yerine getiren ülkelerden. Afganistan'daki misyona kararlı destek verdi. Buradaki ortaklık, DEAŞ'ın yıkılması için çok önemli oldu. Yakın zamanda El Bağdadi öldürüldü. Türkiye belli alanlarda çok yardımcı oldu. Bunu takdirle karşılıyoruz.'

Takdir bol... Ama sonuçta, ABD, Suriye'de kendisiyle her konuda işbirliği yapmayı dış politikasının temeli haline getiren Türkiye'yi değil, onu yıkmak için onlarca yıldır terör yöntemleriyle mücadele eden PKK/PYD'yi desteklemeyi seçti ve bu tavrında halen ısrar ediyor...

Neden?...

Bu sorunun cevabı, yine dünyada oluşan yeni koşullarla ilgili.

***

Hatırlayalım... ABD, soğuk savaş döneminde Türkiye'yi NATO'ya hemen kabul etmemişti...

1950 yılında Türkiye'de iktidar değişikliği olduğunda DP liderlerinden Celal Bayar, İnönü'ye NATO'ya neden girmediğimizi sorduğunda İnönü şöyle cevap vermişti: 'Aldılar da biz mi girmedik?'.

***

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı'na kadar Atatürk'ün belirlediği çizgide büyük devletlerle arasına mesafe koyma ve ulusal çıkarlarını bölge devletleriyle anlaşmalar yaparak koruma politikası izlemişti...

İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya iki bloka ayrıldığında tercihini 'Batı bloku'ndan yana yaptı ve bu blokun askeri örgütü NATO'ya katılma talebinde bulundu... Ancak ABD'de, Türkiye'nin o zamana kadar izlediği Sovyetler Birliği ile dostluk politikasını içeren çizgiden ayrılarak 'iyi bir NATO müttefiki' olacağı konusunda şüpheler vardı...

İktidara yeni gelmiş olan DP Hükümeti, bu şüpheleri giderebilmek için TBMM onayı olmadan Kore Savaşı na katılma kararı aldı... Türkiye Kore'de en ön saflarda savaştı ve 'yeni çizginin' eskisinden farklı olacağını kanıtladı... Ancak o noktadan sonra Türkiye NATO'ya kabul edilebildi.

***

Ne var ki, bu bağlılık hep 'tek taraflı aşk' olarak kaldı...

Kıbrıs'ın bağımsızlığını kazanmasından sonra, 1960'lı yıllarda, Türkiye, Türk halkının katliamlarla yıldırılarak adadan kaçırılmasını amaçlayan EOKA terör örgütünün faaliyetlerine dur demek için 'garantör' sıfatıyla olaya müdahale etmek istediğinde ABD Başkanı Johnson bir mektup yazarak Türkiye'yi ambargoyla tehdit etti...

O dönem askeri açıdan tamamen ABD güdümündeki NATO'ya bağımlı olduğumuz için bu tehdit etkili oldu.

***

Bu olaydan bazı dersler alındı...

1974'te Kıbrıs'ta EOKA adlı Rum terör örgütü bir darbeyle iktidara el koyduğunda, Türkiye 1964 tehdidi sonrasında kendi çıkarma gemilerini yaptığı için Kıbrıs'a müdahale edebildi. ABD, bu olay karşısında Türkiye'ye silah ambargosu uyguladı ve NATO'nun katılımcı ülkelerin gerçek ulusal çıkarlarını savunmak için değil, ABD'nin politikalarına ve çıkarlarına hizmet etmek için kurulmuş bir örgüt olduğunu bir kere daha gösterdi.

Aslında bizim için NATO'nun 'beyin ölümü'nün o tarihte gerçekleşmiş olması gerekirdi!..

Ama öyle olmadı.

***

Yine de o olaydan sonra, TSK'nın tamamen NATO'ya bağımlı olmasının yaratacağı mahzurlar bir ölçüde görüldü ve 'Ege Ordusu' adı altında NATO'nun komuta kademesine tabi olmayan yeni bir ordu kuruldu...

Ne var ki, ittifaka bakış esas itibariyle değişmedi...

O nedenledir ki, 1971 ve 1980 yıllarında Türkiye'de siyasal demokrasi süreci ABD'nin istemediği yönde geliştiği için iki kez askeri darbe yapılabildi.

(Devam edecek)