Yaşar Kemal'in 'Bir Ada Hikayesi' romanının ilk cildinde (*) yer alan, bir kediye sesleniş olarak kurgulanmış bölümü paylaşarak başlayacağım söze:
'Sen hiç Sarıkamış'ı gördün mü kedi? Sarıkamış içinde Aynalı Çarşı. Aynalı Çarşı cehennem… Sen hiç parka parka olmuş, üstüste tepelerce yığılmış, siperleri, koyakları, çukurları ağzına kadar doldurmuş ölüleri gördün mü? Ovalar dolusu çürümüş, kokmuş, kokusu insanı boğan ölülerin üstünden hiç yürüyerek geçtin mi? Sarıkamış savaşını görmemiş, yaşamamış insan dünyada hiçbir şeyi görmemiş, yaşamamış, demektir. Erzurum içinde Aynalı Çarşı. Sen kedi, sen hiç, uykucu, rahat, gerinen kedi, sen hiç Allahuekber dağında olup bitenleri gördün mü? İnsan boyu, iki insan boyu karın içinde yalınayak, başı kabak, pantolonu yırtılmış, kaputsuz, ceketsiz, koyunları bit dolu, donmuş elleriyle kaşınamayanları, Rus topçusunun karlı dağları ateşe, zindana çeviren güllelerini, karla birlikte uçuşan kolları, bacakları, kollarla bacaklarla, gövdelerle birlikte gökten yağan kanları, Allahuekber dağlarının doruklarında fırtınaya, boraya, tutulup donan, taş kesilen, donmuş kirpikleri, kaşları, donmuş gözleriyle bakan on binlerce askeri gördün mü hiç? Sen bunları görmediysen, hiçbir şey görmedin demektir… Sen bunları görmediysen, insanların yüzüne bakmaktan niçin utanasın?'
***
Bu romanı yıllar önce karlı bir Ankara gününde okuyordum. Oldum olası çok sevdiğim kar manzarasını içiyordum arada bir gözlerimi camdan dışarıya çevirerek. Karşımda Dikmen sırtları… Evlerin çatılarındaki beyazlık, arada vaha gibi duran ağaç öbeklerinin bulunduğu yerlerde, dallarda açan kar çiçekleri… Manzaranın sarhoşluğuyla birlikte okuyordum romanı… Bu bölümü okuyunca ise ürpermiştim. Daha doğrusu, 'ürperme' sözcüğünün 'kifayetsiz' kaldığı bir duygu haliydi içine sürüklendiğim. Ürperdim mi, utandım mı aldığım hazdan, kızdım mı idealindeki tek lider Napolyon olan ve emperyalizmin oyuncağına dönüşen birilerine, bağımsız düşünebilen önderlerin mavi düşlerini mi anımsadım yeniden?
Hepsi birbirine karışmıştı işte!
Sözcükler 'kifayetsiz' dedim ya…
***
Sonra ne mi yapmıştım?
Ayracı koyup kitabın 111'inci sayfasına masaya koymuştum. Ruhi Su'nun 'Seferberlik Türküleri ve Kuvayi Milliye Destanı' albümünü bulup dinlemeye başlamıştım. Anonim bir türkü olan 'Sarıkamış'ı ise defalarca geriye alarak, yeniden yeniden dinlemiştim:
'Oltu'dan girdik de Sarıkamış'a / Akıl ermez orda yatan üleşe / Askeri kırdıran Enverî Paşa / Kitlendi kapılar, mekan ağladı. // Yüzbaşılar, yüzbaşılar / Tabur taburu karşılar / Yağmur yağıp gün değişin / Yatan şehitler ışılar. // İbrişimin kozaları / Battın Avşar kazaları / Sarıkamış'ta kırıldı / Gonca gülün tazeleri.'
***
Sarıkamış'ta on binlerce 'gonca gül'ün donarak ölmesinin üzerinden yüz yıl değil, daha fazla zaman geçti.
Dünya savaş tarihinin en unutulmazlarından biri olan Sarıkamış kırımı üzerine nice ağıt yakıldı…
Onlardan birisinde denir ki:
'Gittikleri yol takırdan / Karavanası bakırdan / Zengin olan bedel verir / Hep ölen böyle fakirden'.
Jandarma çavuşlar Asım Türkel ve Ferruh Dikmen'in Nazımiye (Tunceli) kırsalında donarak ölmeleri üzerine anımsadım Sarıkamış'ı…
Ve ben bu yazıyı yazarken, elektronik mektup adresime gelen bir ileti çıkıverdi karşıma…
Ziraat Bankası, bedelli askerlik bedellerini hafta sonu da almaya devam edecekmiş.
Yaşar Kemal'in tümcesini yineledim kendi kendime:
'Sen bunları görmediysen, insanların yüzüne bakmaktan niçin utanasın?'
__________________________
(*) Yaşar Kemal, 'Bir Ada Hikayesi 1, Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana', Adam Yayınları, 19. Basım, Ekim 2002, İstanbul.