İçinde yaşadığımız akıl almaz olaylardan sonra bu yazının başlığı, normal bir insan için pek de olağandışı karşılanmasa da ömrünün 45 yılını spor daha doğrusu ağırlıklı olarak futbol ile iç-içe geçirmiş, yaşamını bu yoldan sağlamış bir kişi tarafından atılmışsa nedenlerini merak etme olasılığı bir hayli yüksek olur.

Biz, hep “Spor dostluk, barış ve kardeşliktir” temel ilkesiyle yoğrulmuş bir nesiliz… Aslında bu bireyler için bir dayatma değil, insanlık adına uyulması gereken mutlak bir kuraldır… Allah’ın sesini duyup, dinlemekle eşanlamlı olan Fair-play yoludur… Yani yaradanın sesini duyup-dinleyerek ahlaklı olmakla kalmayacak; dostluk, barış ve kardeşliği de yüreğinde barındıracaksın.

İnsanları doğru yoldan saptıran en kötü duygu, hırslarıdır… Gem vurulup dizginlenmediği zaman önlenemez bir hal alır… Sadece kendisine ve yakın çevresine değil topluma zarar vermeye başlar. İşte bu yüzden yasa koyucular, düzeni sağlamak adına uyulması gereken kuralları belirlerler. Amaç; adaleti hâkim kılmak, güçlünün kendinden zayıfı ezmesini engellemek, eşitlik ilkesini sağlamak, topluma barışı getirmek, dostluk ve kardeşliği pekiştirmek ve en önemlisi de uymayanları cezalandırmaktır.

Hırsın üzerine bir de maddi açıdan bir beklenti eklenince olay daha çapraşık ve içinden çıkılmaz bir hal alır, en önemlisi de kaos ortamı tüm haşmetiyle toplumu sarmaya başlar. Bir de kendilerini yönlendirenlerin yaptıkları her eylemi, haksız olmalarına rağmen gönül verdikleri camianın hatırına sessiz kalma hatta daha da ileri gitmeleri konusunda cesaretlendirici tavırlar sergilenince de toplumsal bölünme başlar. Taraflar her olumsuz hareketi camialarına karşı yapılmış gibi kabul eder ve rakiplerine karşı daha da bilenirler. Ortada ne barış ne kardeşlik ne de dostluk kalır.

En tehlikeli kısmı ise yasa koyucuların uyulması için koydukları kurallar, yürütenler özellikle de yerel yöneticiler tarafından siyasi kaygılar, bölgesel anlamda yaranma amaçlı tarafgir davranışlar nedeniyle uygulanmadığından, kaos ortamının yaratıcıları daha da cesaretlendirilirler. İstenildiği kadar iyi niyetle çıkarılsın, adı her ne kadar “6222 sayılı sporda şiddet ve düzensizliğin önlenmesine dair kanun” da olsa ne şiddet engellenebilir ne de düzensizlik giderilebilir. O zaman da hangi camia güçlüyse, daha çok sesi çıkıyorsa, taraftarları daha etkiliyse onun istediği olur yaptıkları da yanına kar kalır… Çünkü ceza olmadıkça korku ortadan kalkar ve her kuralı kendi lehine işler hale getirir… Sonuçta da herkesin kendisine biat etmesini bir hak olarak görür.

Maalesef futbolumuzun içinde bulunduğu durumunu en basit anlatımı budur. Özellikle bu sezon art arda yaşadıklarımız olaylara bir bakalım…Bir başkanın maç sonunda hakemi yumruklayarak cezasını bizzat kesmeye kalkması, yine bir başka kulüp başkanının maç oynanırken sahaya girerek kendi oyuncularının yalvarmalarına rağmen takımı sahadan çekmesi ve futbol adına iplerin koptuğu anlamına gelen son Trabzon olayları…Bu işe neden olanların, nasıl olsa ‘balık hafızalı bir toplumuz’ saptamasının ardına sığınmayacakları kadar tazeliğini korumaktadır.

Olayları çözmesi gereken federasyonun, kime yaranayım da görevimi pardon saltanatımı sürdüreyim telaşı içinde hala bir karar verememesi, korumakla mükellef olduğu futbolun marka değerinin yerlerde sürünmesine neden oldu. Son yapılan naklen yayın ihalesi bunu en acı örneği değil mi?

Kulüplerin büyük çoğunluğu da borç batağında olmaları, kâğıt üzerinde kalan özerklikleri nedeniyle ancak kendilerine dayatılan isimleri federasyonun başına getirmeleriyle ipin boyunlarına geçirilmesine izin verdiler.

Sonuçta gelinen nokta kelimenin tam anlamıyla bir fiyasko… Çözüm için de mutlak bir vicdani arınmadan başka çare yok gibi…