Ne güzel başlamıştık oysa…

Mart ayının son günlerindeki Dünya Kupası Avrupa elemelerine…

'Bizim Çocuklar' dediğimiz, büyük bir bölümünün Avrupa'nın en iyi liglerinde top koşturan lejyoner futbolculardan oluşan Milli takımımız, Frank de Boer yönetimindeki grup birinciliği için favori gösterilen Hollanda'yı evire çevire 4-2 yenmiş hemen arkasından Norveç'i Malaga'da sahadan silerek maçı da 3-0 kazanmıştı.

Bu muhteşem başlangıç, tüm ülkeyi büyük bir umuda sürüklemiş, Katar'a gitmeyi neredeyse ilk 2 maçla garantiye almıştık.

Futbolseverler nasıl o düşüncelere kapılmasın ki… Öyle bir jenerasyon yakalamıştık ki Euro 2020 elemelerinde bunu tüm dünyaya başta muhteşem Fransa maçlarıyla kanıtlamış, 7 galibiyet ile 2 beraberliğe karşın alınan tek yenilgi ile finallere katılmayı 1 hafta kala garantilemişti.

Düşünsenize Katar 2022 için grubun en güçlü takımları karşısında farklı kazanılan maçlar bir anda hesapları alt üst etmişti. Öyle ki 30 Mart'ta evimizde oynayacağımız Letonya müsabakasına formalite gözüyle bakmaya başlamıştık. Çünkü göstergeler bizi zorunlu olarak bu düşünceye yöneltiyordu.

Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. İstanbul'da oynadığımız Letonya müsabakasında 3-1 öne geçmişken rakip, durumu 3-3'e getirdi.

Sanki bu bir şeylerin habercisiydi. Nitekim Haziran ayında oynadığımız Avrupa Şampiyonası finallerindeki hezimetin başlangıcı olarak kendini tescil ettirdi.

Gerçekten İtalya ve Azerbaycan'da oynadığımız 3 müsabakada, 9 gol yiyip 1 attığımız ve puansız veda edişimiz, Milli takımımızın üzerine bir lanet olarak çökmüştü.

Ve geldik Eylül başlangıcına… İngiltere'nin bizi kırmızı listeye koymasıyla adada top koşturan Çağlar Söyüncü, Ozan Tufan ve Ozan Kabak'tan yoksun kalmamız (Halli Dervişoğlu son anda G:Saray'a kiralanmasıyla 2.maç için kadroya katılabildi) belki de Karadağ önünde berabere kalmamızın asıl nedeniydi. Ama uzatmanın son anlarında, 90+7'de trajikomik bir baraj kurduramama öyküsüyle gelen golle 2 puan kaybetmemiz, gerçekten üzerimizde bir lanetin kol gezdiğinin göstergesiydi.

Cebelitarık deplasmanında 3-0'lık galibiyet bile bu kara bulutları dağıtamamıştı. Çünkü bu 3'lü maç trafiğinde rakibimiz Hollanda, teknik kadroda değişikliğe gitmiş tecrübeli Louis vanGaal göreve getirilmiş, evinde Karadağ'ı 4-0 yenmiş ve deplasmanda ismi ile müsemma oyuncusu Klaassen'in attığı golle Norveç ile 1-1 beraberliği yakalamıştı. Bu bize gösteriyordu ki Amsterdam'da çıkacağımız karşılaşma çok zorlu geçecekti. Çünkü portakalların aklında İstanbul'daki hezimet vardı. Motive çalışmaları bunun üzerinde yoğunlaştırılmıştı.

Biz bu maçta, Mempis ile Klaassen'in arasına set çekmemizin cezasını çok ağır ödedik. Orada Jong ve Wijnaldum'uncirit atmasına da izin verince hatlarımız arasında bağlar koptu. Orta alanı tamamen onların insiyatifine bıraktık. Hele 10 kişi kaldıktan sonra da rakibinin insafına terk edildik. Bunu çözecek, farkın büyümesini engelleyecek tek bir çaremiz vardı. O da 4'lü savunmanın önüne forvetsiz, tamamı orta saha oyuncularında kurulu bir set çekmekti. Ama onu da yapmayı herhalde kendimize yediremedik.

Bu düşüncenin ürünü olarak, hem Katar'a gitme hayallerini suya düşürecek hem de bizi eski kötü günlerimize döndüren çok acı bir yenilgi yaşadık.

Tamam o gece oyuncu seçimi ve taktik olarak, belki de çoğu futbol yorumcusunun eleştirdiği bir teknik direktörümüz vardı. Elbette ki bu doğaldır ama eleştiriyi dozunda tutmak, kişilik haklarına saldırmamak gerekir.

Çünkü Şenol Güneş adı önemlidir. Türk futbol tarihine adını altın harflerle yazdırmış bir isimdir… Gerek Milli Takım gerek kulüp bazında Avrupa'da ve Dünyada sayısız başarılara imza atmış bir teknik direktörümüzdür.

Lütfen adamın geçmişine bakıp eleştiri dozunu ona göre ayarlayın. En azından başarılarını göz önünde bulundurarak tavrınızı öyle takınırsınız.

Bizi her zaman gururlandıran 'Bizim Çocuklar' içinde bu geçerlidir.

Biraz saygı lütfen…