Yaz gelince kentler boşalır.
Kıyılara üfler kalabalığını…
Hele de bizdeki popülist politikalar nedeniyle artık gelenekselleşen on günlük dinsel bayram tatilleri de yaza denk gelmişse…
Kentler rahatlar…
Nefes alır…
Ankara sokaklarında yürümek bambaşka bir keyif olur, Ankara'da kalanlar için…
***
Gidenler nerededir?
***
Ahmed Arif'in dizelerindeki gibi, akşamlar erken iner hapishanelere…
Hapishanede, yine erken inmiş bir akşamda Nazım Hikmet bir risale okumaktadır. Adı, 'Simavne Kadısı Oğlu Bedreddin'. Yazansa, Darülfünun İlahiyat Fakültesi'nde tarihi kelam müderrisi olan Mehemmed Şerefeddin Efendi. Hani, 'Eşkıya Dünyaya Hükümdar olmaz' türküsünde 'Sene 1341, şeytana uydum' denir ya, işte tam da o yıl, 1341'de, miladi takvimle 1925'te Evkafı İslamiye Matbaası'nda basılmıştır.
Nazım, kitabın 65'inci sayfasına gelir ki, bir alıntı çıkar karşısına:
'O zamanlarda İyonyen körfezi medhalinde kain ve avam lisanında Stilaryum – Karaburun tesmiye edilen dağlık bir memlekette adi bir Türk köylüsü meydana çıktı. Stilaryum Sakız adası karşısında kaindir. Mezkûr köylü Türklere vaiz ve nesayihte bulunuyor ve kadınlar müstesna olmak üzere erzak, melbûsat, mevaşi ve arazi gibi şeylerin kaffesinin umumun mali müştereki addedilmesini tavsiye ediyor idi.'
***
Bu sözleri okuyunca Nazım'ın uyku girer mi gözüne?
Girmez olur…
Cigara üstüne cigara yakar…
O güzelim 'Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı'nı ortaya çıkaran serüvenin başlangıcı budur.
Nazım'ın yüreğini kışkırtan bu sözleri söyleyen mi?
'Dukas'.
Cenevizlilere 'sırkatip' olarak ileten Dukas.
(Artık gerek görülmüyor Dukas'lara… Direk yönetimleri ele geçiriyorlar…)
***
'Sırkatip'…
Nasıl da güzel bir sözcük…
Bu sözcükten bir şiir başlayabilir…
Ama bildiğimiz 'ihbarcı' sözcüğünün anlamınadır bu…
İnsanı üşüten 'ihbarcı' sözcüğünün…
O ihbar sözlerindeki, o meydana çıkan 'adi Türk köylüsü' mü?
Börklüce Mustafa…
***
Şimdi bir ayrıntıya dikkat:
Nazım Himet'in o güzelim destanını okuyanların usunda kalan en sarsıcı dizeler şunlardır:
'Hep bir ağızdan türkü söyleyip / hep beraber sulardan çekmek ağı, / demiri oya gibi işleyip hep beraber,/ hep beraber sürebilmek toprağı, / ballı incirleri hep beraber yiyebilmek, / yarin yanağından gayrı her şeyde / her yerde / hep beraber! / diyebilmek için'.
Peki Nazım'ı bu destana sürükleyen, Börklüce'yi ihbar eden metinde ne deniyordu:
'Mezkûr köylü Türklere vaiz ve nesayihte bulunuyor ve kadınlar müstesna olmak üzere erzak, melbûsat, mevaşi ve arazi gibi şeylerin kaffesinin umumun mali müştereki addedilmesini tavsiye ediyor idi.'
***
Yaz aylarında kentini terkedenlerin gittiği yerlerden birisi Karaburun…
Orada, Şeyh Bedreddin'i, Börklüce'yi anımsıyorlar mı?
Anımsatıyorlar!
Denizinin, doğasının, coğrafyasının, çınarının, çamlarının damarına işlemiş…
Şeyh Bedreddin'den, Börklüce'den kalan güzel öykü, Nazım'ın dizelerinde yeniden dirilen öykü sürüyor…
Yaz sonlarında, Eylül'e girmek üzereyken, anımsatıyorlar bu öyküyü, dizeleri…
'Börklüce Şiir Günleri' düzenliyorlar.
Bu yıl dokuzuncusu yapıldı.
***
Gördük ki, onuncusu, on birincisi, yüzüncüsü olacak…
'Sırkatipler' değil, düşleriyle, sevinçleriyle, kederleriyle, bu toprağın olanlar kazanacak…
Eninde sonunda…
Börklüce Kemal kazanacak…
Bunu şiirle söylediler (Mustafa Köz, Hülya Deniz Ünal, Mahzun Doğan, İlker İbrahim İşgören, Gülçin Sahilli, Neval Savak, Neda Olsoy, İmran Aydın Tali, Neslihan Perşembe, Sabahattin Umutlu, Ayşen Deniz)… Sonra tiyatroyla söylediler…
Ki, bu yıl 'Barış' diye bir çığlıktı yaptıkları…
Şiirle, türküyle, ezgilerle, köy meydanındaki tiyatro sahnesinde 'barış' çağrısıyla…
Daha ne ola ki!
Orada Börklüce nefes alıp veriyor hala…
Bunu gördü, Ankara'dan, İstanbul'dan, hatta yakındaki İzmir'den gelenler…