Korona virüs evlere hapsetti insanları…

Yalnızca Türkiye'de yaşayanları değil, dünya insanlarını…

Her ülkede farklı farklı mücadele yöntemleri denendi. Yasaklar uygulandı. İnsanların korkuları, önlemleri, birbirlerine destekleri; devletlerin, hükümetlerin insanlarına sahip çıkışı aynı değildi ama…

Bunlar ayrı ayrı romanlara, şiirlere, öykülere konu olacak önümüzdeki aylarda, yıllarda… Dünya edebiyatında yaratılacak ürünlerle bir 'koronalı günler kütüphanesi' oluşacak belki de…

Belki de değil, oluşacak ve insanlık tarihindeki bu 'bambaşka sayfa' yerini edebiyat diliyle alacak…

***

Türkiye'de tam iki ay geçti insanların evden çıkmaya korkar hale gelmesinin üzerinden. 'Evde Kal Türkiye' ve 'Hayat Eve Sığar' sloganlarını ezberledik. Şimdi yeniden bir 'normalleşme süreci'nden söz edilmeye başlandı.

Her ne kadar bilim insanları bunun erken olduğundan yana görüş belirtse de, Türkiye'de de, dünyada da bir 'normalleşme süreci'ne adım atıyoruz…

Soru işaretlerinin yanıtlarını yaşayanlarımız, yaşayabilenlerimiz, yaşayarak görecek. Yaşamda kalamayanlar için üzüleceğiz.

Bunu yaşayanlarımız görecek de…

Geride kalan süreçte, evde yaşamanın da bir sanat olduğunu anladık sanırım.

Sanırım…

Ve yeniden keşfettik evleri…

Evlerimizi…

***

Evde yaşamayı sanata dönüştürmenin yollarından birisi kitap okumaktır örneğin. Bunu ne kadar değerlendirebildik? Birçok arkadaşımın iyi değerlendirdiğini sanıyorum.

Ve madem ki evde yaşamaktan, evlerin yeniden keşfinden söz ettim. Okunan, okunacak kitaplar arasında nice duygu durumuyla harmanlayarak evleri anlatan şiirler de olmalıydı. Olmuştur diye düşünüyorum.

Zira Türk şiiri ev teması yönünden oldukça zengin…

En başta 'Evler' adıyla kitabı da bulunan Necatigil geliyor usa…

Sonra İlhan Berk'in ev içinde bir odaya girerken 'Merhaba!' demesi geliyor usuma, çıkarken 'Hoşçakal!' demesi…

Bütün olarak ev imgesi bir yana, evlerin ayrıntıları da şiirlerde binbir türlü duyguyla işlendi şiirimizde. En başta da pencereler ve balkonlar…

***

Balkon deyince ilk usa gelen şair Sezai Karakoç'tur sanki…

Nasıl başlar o adı da 'Balkon' olan şiir?

'Çocuk düşerse ölür çünkü balkon / Ölümün cesur körfezidir evlerde / Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların / Anneler anneler elleri balkonların demirinde'.

***

Nasıl da sarsıcı dizeler…

Balkonlar, 'ölümün cesur körfezi'…

Çocukların atlaması için…

Ya da intihar için…

Bu çarpıcı vurgunun ardından, annelerin acısı da nasıl da 'acı' denmeden, 'hüzün' denmeden ama belleklere kazınacak bir imgeye dönüştürülür:

'Anneler aneler elleri balkonların demirinde'.

Bundandır ki, bu çarpıcı, unutulumaz imgenin çağrışım seline katkı olarak şöyle biter o şiir:

'Bana sormayın böyle nereye / Koşa koşa gidiyorum / Alnından öpmeye gidiyorum / Evleri balkonsuz yapan mimarların'.

***

Şimdi bir de şöyle düşünelim…

Ya mimarlar Sezai karakoç'u dinleseydi?

Nasıl da yaşamasız kalmıştık evlerde…

Çünkü balkonlar sokaklarımız oldu iki aydır. Hatta meydanlarımız…

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nı balkonlara çıkarak kutladık. Balkonlarda okundu İistiklal Marşı.

1 Mayıs'ta da balkonlardaydık. Balkonlardan okuduk 1 Mayıs Marşı'nı…

***

Zaten intihar ve umut aynı özsudan beslenir…

Belki bunu da anımsatmak içindir korona…

Ben doğanın bir diyeceği olduğuna ve onu dinlememiz gerektiğine hep inandım çünkü…