Bir önceki yazımızda AKP iktidarının bunca yıl gücünü korumasının sırrının, konjonktürel gelişmelerin yanı sıra Türkiye toplumunun toplumsal ve kültürel yapısından kaynaklandığını söylemiş...

'Ancak her şeyin bir sonu vardır... Öyle görünüyor ki, önümüzdeki dönemde özellikle derinleşmekte olan ekonomik sıkıntılar nedeniyle yeni siyasal hesaplaşmalar yaşanacak ve AKP'nin yirmi yıla yakın bir süredir siyasi yaşam üzerinde kurduğu siyasi tekel sarsılacaktır.' ifadesini sözlerimize eklemiştik...

Bu yargımız, Türkiye'nin son on yıllarda Türkiye'nin içinden geçtiği çok yönlü bir değişim sürecinin bugünden uç vermekte olan sonuçlarına dayanmaktadır.

***

Bu değişimin konumuzla, yani gerçekler ve algılamalarla ilgisi nedir?..

Bu konuya girmeden önce yazımızın başında belirttiğimiz ve bilimsel araştırmalarla da her geçen gün biraz daha fazla doğrulanmakta olan bir gerçeği tekrar hatırlatalım:

İnsan beyni, gerçeği düz bir biçimde, yani olduğu gibi algılamaz; duyu organlarımızdan beynimize gelen sinyaller beyinin çeşitli bölgelerindeki 'uzmanlaşmış' yapılar tarafından işlenir ve sonuçta algılarımız birbiriyle bağlantılı bu 'ön yargılı' yapılar tarafından 'işlenmiş ve şekillendirilmiş ürünler' olarak bizi yönlendirir.

***

Organik (genetik) yapılarımız açısından hiçbir birey diğerine tam olarak benzemese de genelde tüm insanlar açısından bu ortak bir özelliktir... Yani herhangi bir ırkın ya da topluluğun genetik açıdan birbirine üstünlüğü yoktur... Her ırk ya da etnik topluluk içinde farklı yeteneklerin az ya da çok geliştiği insanlar olsa bile bu söz konusu ortak payda içinde ele alınması gereken bir meseledir...

Ancak kültürel yapılar, nispeten daha yeni ve son derece çeşitlidir... Bu yapılar, genel işleyişi özelleştirir... Belirli üretim tarzları, coğrafi ve toplumsal koşullar, kabile ya da devletler, ideolojiler ve inançlar bu yapılar üzerinde etkilidir...

Dolayısıyla kültürel yapılar, biyolojik evrim yasalarına tabi organik yapılara göre çok daha kolay şekillendirilebilir... Propaganda, ve algı operasyonlarının amacı bu şekillendirmedir.

***

Burada bir ırkın ya da kültürün diğerine üstünlüğünden değil, farklılıklarından söz ettiğimizi bir kere daha vurgulayalım...

Bilindiği gibi insanların ten rengi ve benzeri açılardan taşıdığı farklılıklar ırkçı düşüncelere, kültürel yapılardan kaynaklanan farklılıklar ise 'medeniyetler çatışması' türünden ayrımcı düşüncelere yol açmıştır ve insanlık bunun acılarını halen yaşamaktadır...

Ancak bu tür olgular, bizleri gerek insan beyninin çalışmasını, gerekse ceşitli toplulukların kültürel eğilimlerinin nasıl şekillendiğini anlamaya çalışmaktan alıkoymamalıdır.

***

Bir örnek vermek gerekirse, ülkemizin farklı bölgelerinde farklı adet ve gelenekler hüküm sürmekte, günümüzde bu durum insanların siyasi tercihlerini de etkilemektedir...

Partilerin aldıkları oy oranlarının bölgelere göre dağılımına bakıldığında bu eğilim açıkça gözlenmektedir...

Seçim sonuçlar bir harita üzerinde gösterildiğinde genellikle Türkiye'nin batısı ve kıyı şeridi belirli bir renge, İç Anadolu, Doğu Anadolu ve Kuzey Anadolu'nun belli bölgeleri farklı bir renge, Güneydoğu Anadolu civarı ise bir başka renge boyanmaktadır.

***

Her seçim dönemi sonrasında bölge sınırlarında bazı oynamalar olsa ve dönem dönem oy verilen partilerin tabelaları değişse de, bu tablo üç aşağı beş yukarı aynı kalmaktadır... Bu durumu yaratan şey, farklı siyasi eğilimlerin belirli bölgelerde hüküm süren gelenekler ve kültürel yapıların mensupları tarafından peşinen olumlu ya da olumsuz olarak algılanmasıdır.

Kabaca bir belirleme yaparsak, Batı ve kıyı bölgelerinde yaşayan insanların ağırlıklı olarak 'modernist' partilere, İç Anadolu ve Kuzey Anadolu bölgesinde yaşayanların çoğunluğunun 'milliyetçi/muhafazakar' ideolojiyi savunan partilere, Güneydoğu Anadolu bölgesinde yaşayanlann ise 'etnik ve dinsel' duygulara seslenen partilere eğilimli olduğu görülmektedir...

Bu tablo ülkenin sosyo-ekonomik yapısı ile de yakından ilişkilidir... Batı ve kıyı bölgeler ülkede kapitalizmin en erken yayıldığı, orta Anadolu, kapitalizmin etkilerini daha geç hisseden hububat tarımına dayalı ilişkilerin egemen olduğu, Güneydoğu Anadolu ise yarı-feodal ilişkilerin yoğunluğunu koruduğu bir ortamda etnik milliyetçiliğin geliştiği bölgelerdir.

(Devam edecek)