Hep bana mı denk geliyor bilmem.

Ne zaman bir belediye otobüsüne binsem, yüksek perdeden bir tartışmaya tanık olurum.

Konuşmalara kulak kabartınca bazen sinirlenir otobüsten inmek isterim, bazen de filozofça nutuklar ilgimi çeker, keşke gideceğim mesafe biraz daha uzun olsaydı diye düşünürüm.

Tartışma konusunu daha çok hayat pahalığı, iç ve dış politikadaki gelişmeler oluşturur.

Beni otobüsten inmeye iten sözler ise genellikle hayat pahalılığı ile ilgili tartışmalar sırasında sarf edilir.

Çoğunlukla ''yeter artık'' diye başlayan bu tartışmanın ana konusunu dar gelirliyi canından bezdiren taze zamlar oluşturur.

İki ya da üç kişi arasında başlayan gergin sohbet, diğer sıralarda oturan mağdurların da katılımıyla bir anda çok sesli koroya dönüşür.

Tartışmanın seviyesi, hayatından ve ülkenin gidişatından memnun olan bir iki kişinin söze girmesiyle bir anda, sizin ilk durağın yolunu gözleme noktasına gelmenize yetecek seviyeye düşer.

Ama tersi durumlar da karşınıza çıkabilir.

Böyle durumların değişmez figürü, iç-dış politika başta olmak üzere hemen her konuda ahkam kesen yaşı geçkince bir zattır.

Konuşan tek kişi odur.

Etrafındakiler, yalnızca kafa sallayarak O'nu dinlemekle yükümlüymüş gibidirler.

Dinleyici sayısı arttıkça, bilge kişi rolündeki zatın coşkusu da artar.

Bu monologda ses düzeyi, giderek şoför mahallinden duyulacak noktaya gelir.

Bu defa kimseden ses çıkmaz.

Doğru ya da yanlış, ne söylerse söylesin

Konuşan kişinin sözlerine kimse müdahale etmez.

Hatta bazılarının yüz ifadesinden, konuştukça açılan kişi hakkında ''acaba siyasetçi mi'' diye düşündüklerini anlamak bile mümkündür.

Bazıları da, muzip bir eda ile içten içe gülüşlerinin dışa vuruşunu önlemek için büyük gayret sarf eder, bunun için de ceplerinde bir şey arıyormuş taklidi yapar.

Toplumun aynasıdır belediye otobüsleri.

Sorunlar, sıkıntılar orada dile getirilir.

Orada insanlar derdini döker.

Orada bazıları, filozof kesilir.

Bazıları ise suskun, içten içe gülmekle yetinir.