Sırtını yapım çalışmaları süren binanın önünde yığılı kalasların yanı başındaki kum yığınına yaslamış, gazete kağıdının üzerinde dizili zeytin, peynir ve ekmekten oluşan öğle yemeğini büyük bir iştiha ile midesine indiren işçiler, görenleri hep imrendirmiştir…

Hele bir de kavun ya da karpuz dilimi varsa o yer sofrasında…

Ağzından sular akardı görenlerin…

Yutkunmaktan helak olurlardı…

Yanındakinin kulağına ‘’Keyfe bak be’’ diye kim bilir kaç kişi fısıldamıştır’’ bu manzara karşısında  şimdiye dek…

Ne garip çelişkidir ki evde servis etseler aynı menüyü tafrasından geçilmez ‘’bunu mu yiyeceğiz’’ diye surat asardı inşaat işçisini kıskananlar…

Tabii, bir zamanlar…

Devir değişti o mütevazı menü lüks oldu…

‘’Bunu mu yiyeceğiz’’ tafralarının yerini ‘’Olsa da yesek’’ özlemi aldı…

Var, var da alması zor…

Büyük konuşmamak lazımmış…

Zeytin olmuş 250 tl, peynir olmuş 300 tl, domates hala 50-60’larda…

Ekmek bile şimdilik 10 lira…

Karpuz konusuna hiç girmeyelim…

Gariban sofrası olmuş kral sofrası…

Et neredeyse ders kitaplarına konu olacak:

‘’Bak Ali bu et’’

‘’Baba bana süt alan’’ diye ağlaşan bebelerin seslerini duyar gibiyim…

Ne umduk,

Ne bulduk…

Şimdi duruma uygun menü modası yaygın:

Tarhana çorbası,

Bulgur pilavı,

Sade nohut,

Makarna,

Pırasa kavurması,

Asmayın suratınızı, haftada bir de az yoğurtlu bayat ekmek mantısı…

Meyve mi?

Daha neler…

Bak, eti unuttunuz bile…

Onu da unutursunuz…

Ya inşaat işçileri?

Hadi çok kurcalama…

İç çorbanı…

Soğutma…