Futbol ve ekonomi arasındaki ilişkileri ele aldığımız yazılarımızın bir öncekinde üç büyükler olarak adlandırılan kulüplerimizin geleceği üzerinde durmuş...

Ve 'ülke çapında milyonlarca taraftarı bulunan üç büyük kulübün ödenmesi mümkün olmayan borçlarının kamu bankaları tarafından yapılandırıldığını' hatırlatarak, 'bu kulüplerin ileride yabancı şirketlere satılması mümkündür', demiştik.

***

Hatırlanacağı üzere, ekonominin nispeten kapalı bir özellik gösterdiği dönemde ülkemizde amatör mahalle ve semt kulüplerinin öne çıktığını, 1930'lu yıllardan sonra 'devletçilik' uygulaması yaygınlaştığında kamu kuruluşlarının desteklediği futbol kulüplerinin devreye girerek güçlendiğini, İkinci Dünya Savaşı sonrası 'liberalleşme' döneminde profesyonelliğin geliştiğini, 1980'li yıllarda esen neo-liberal rüzgarların ise dünyada 'küresel nitelikte bir futbol piyasası'nın etkisiyle birleşerek futbol takımlarımızın kadrolarını 'çok uluslu' hale getirdiğini savunmuştuk...

Bu süreç, kulüp yapılarını ve yönetim anlayışlarını büyük ölçüde değiştirmiştir...

Halen ülkemizin 'süper lig'inde şirket statüsünde kulüplerle 'dernek' statüsünde kulüpler yan yana mücadele etmektedir...

Dernek statüsünde olan kulüpler, Katma Değer Vergisi (KDV), Damga Vergisi, Emlak Vergisi, Gümrük Vergisi, Veraset ve İntikal Vergisi kanunlarının sağladığı bazı kolaylıklardan yararlanırken...

Şirketleşen spor kulüpleri, direkt olarak fon kaynağı sağlayabilmek, dernek olarak yapamadıkları ticari faaliyetlere katılabilmek, sermaye piyasalarında 'halka açılabilmek', kredi temininde daha rahat hareket edebilmek gibi imkanlardan yararlanabilmektedir.

***

Süper Lig'deki yer alan kulüplerin durumlarına bu açıdan bakarsak...

'Dört büyükler', dernek statüsünü korumakla birlikte bünyelerinde bir de sportif A.Ş. oluşturmuş bulunuyorlar. Kulüplerin borçlarının büyük bölümü borsada işlem gören bu şirketlere değil, derneklere ait görünüyor. 'Halka açılmış' olan 'dört büyük' kulüpten yalnızca Beşiktaş'ta futbol şubesine ilişkin tüm gelir ve giderler kurulan sportif A.Ş'ye devredilmiş durumda. Fenerbahçe, Galatasaray ve Trabzonspor kulüplerinde ise hemen hemen bütün gelirler şirketlere giderken, harcamalar 'dernek' statüsündeki kulüplere yönlendiriliyor... Diğer kulüplerin mali yapıları ise daha da karışık!

SPK eski başkanı, Digiturk ve Fenerbahçe Futbol AŞ'nin eski yöneticisi Ali İhsan Karacan, bu durumun yarattığı kargaşaya dikkat çekerken, 'borçların yapılandırması' ile ilgili son girişim konusunda şunları söylüyor:

'SPK, 4 büyükler hariç diğerlerinin mali tablolarına güvenemez. Kulüplerin borçlarını yapılandıralım derken çok kaygan bir zemin üzerinde konuşuyoruz. Kulüplerin gelecekteki kurumsal yönetiminin nasıl değişeceğini ve bu paranın nasıl ödeneceğini bilmiyoruz. Gelir- gider dengesi yapılamıyor. Bu, borçların yeniden daha büyüyerek oluşmasına neden olur. Finansal ve kurumsal yönetim yapısı değişmezse ileride sorunlar büyür. Futbolun örgütlenme tarzının yenilenmesi lazım.'

***

Ortaya çıkan 'melez sistem'in kulüp yöneticileri tarafından tercih edilmesinin bir nedeni de 'dernek' satüsünde olmanın 'hukuken' iflası engellemesi. Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi (CAS) hakimi Emin Özkurt DW Türkçe'ye yaptığı bir açıklamada, söz konusu kulüpler dernek statüsüne sahip oldukları için teknik olarak iflas etmelerinin mümkün olmadığını belirttikten sonra şu ifadeyi kullanıyor:

'Tabii, borçluluk oranlarının artması takım giderlerinin ve oyuncu maaşlarının ödenememesi gibi durumlarda takım batar diyebiliriz. Kısaca döndürülebilir borçluluk olmadığı zaman kulüp batar'...

Bazı futbol kulüplerinin fiilen batmış veya UEFA yaptırımlarına maruz kalacak konuma gelmiş olmalarına karşın hukuken iflas etmemelerinin sırrı işte burada!

(Devam edecek)