Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın önderi Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'ya padişah Vahdettin tarafından tam yetkili ordu müfettişi olarak gönderilmesini mümkün kılan koşullar üzerinde durmaya devam ediyoruz...

Bir önceki yazımızda Veliaht Prens olduğu dönemde Vahdettin'in Almanya seyahatine Mustafa Kemal Paşa'nın da ordu temsilcisi olarak katılmasının nedenleri üzerinde durmuş ve bu nedenlerin iki tarafı birbirine neden yakınlaştırdığını anlatmaya çalışmıştık...

Bu yakınlaşma esas olarak hem mustafa Kemal'in hem de Vahdettin'in Almanların savaşı kaybedeceği düşüncesini taşımalarından kaynaklanıyordu.

***

Ancak benzerlik burada son buluyordu...

Vahdettin, kendisinden önceki veliaht prens Yusuf İzzettin Efendi'nin benzer düşünceler taşıması nedeniyle karşılaştığı trajik son nedeniyle bu düşüncesini açıkça ifade etmekten kaçınıyor ve tıpkı selefi gibi İngilizlerle anlaşarak ve onlara istedikleri tavizleri vererek uğranılacak mağlubiyetin sonuçlarının hafifletilebileceğini düşünüyordu...

Buna karşılık, Mustafa Kemal Paşa, düşüncelerini açıkça ifade etmekle kalmıyor, yenilginin doğuracağı sonuçları da görüyor ve çareyi ulusal mücadelenin örgütlenerek Anadolu'da mücadeleye başlanmasında arıyordu.

***

Mustafa Kemal Paşa ve Vahdettin arasındaki görüşmeler, savaşın yenilgiyle sonuçlanmasının ardından yeniden başladı...

İlk görüşme Mustafa Kemal Paşa'nın savaş sonrasında İstanbul'a dönüşünün ardından yapıldı...

Bu görüşmenin içeriği tam olarak bilinmiyor, çünkü o zaman bir nezaket ziyareti olarak yorumlandı... Ancak bilinen bir husus var: Mustafa Kemal Paşa, o dönemde İttihatçı liderlerin ülkeyi terketmesinden sonra kurulacak hükülette Harbiye Nazırı olmak istiyordu.

***

Hiç kuşkusuz bu istek bağımsızlık yanlısı bir insanın siyaset yapmasını imkansız kılan koşullar altında bakanlık yapmak arzusundan kaynaklanmıyordu...

Daha sonra konuyla ilgili tüm araştırmaların ve tanıklıkların da gösterdiği gibi Mustafa Kemal'in amacı Harbiye Nazırı olarak ordunun dağıtılmasını önlemek ve Nazır sıfatıyla Anadolu'ya geçtikten sonra eldeki gücü ulusal bağımsızlık amacı doğrultusunda kullanmaktı...

Vahdettin ise Mustafa Kemal'ın şahsında savaş yılları boyunca tam anlamıyla İttihatçıların denetiminde kalmış olan orduyu tekrar sarayın denetimi altına alabilecek ve kendisine karşı yapılabilecek bir girişimi önleyebilecek itibarlı ve güçlü bir müttefik görüyordu.

***

Bu ilişkideki çelişki, Mustafa Kemal Paşa ile Vahdettin arasında yapılan ikinci görüşme sırasında açığa çıktı...

Görüşme, 22 Kasım 1918'de yeni bir hükümetin kurulma çalışmalarının yapıldığı günlerde Mustafa Kemal Paşa'nın talebi üzerine gerçekleşti...

Mustafa Kemal, o günlerde kendisinin Harbiye Nazırlığını üstleneceği yeni hükümet konusunda bir takım çalışmalar yürütmekteydi ve Padişah'ın bu projeye destek vermesini isteyecekti.

***

Ne var ki, işgal altındaki İstanbul'da bu tür çalışmalar bir sır olarak kalamazdı...

İngiliz işgal kuvvetleri ve padişah bu çalışmaları yakından takip ediyorlardı...

Bu nedenle görüşmenin hemen başında Vahdettin, daha Mustafa Kemal Paşa söz almadan konuyu değiştirecek bir hamle yaptı ve Mustafa Kemal'e ordu içindeki durumla ilgili sorular sormaya başladı... Sonunda da 'Ordunun komutan ve subaylarının sizi çok sevdiklerinden eminim' diyerek konuşmayı sonlandırdı.

***

20 Aralık 1918 tarihinde bir görüşme daha yapıldı...

Görüşme, 21 Aralık'ta Padişah tarafından Meclis-i Mebusan'ın dağıtılmasından hemen önce Vahdettin'in talebiyle gerçekleşti...

Vahdettin, büyük ihtimalle bu görüşme sırasında Meclisi feshetme niyetinden bahsetti ve Mustafa Kemal'den ordu içinden gelebilecek tepkileri yatıştırma konusunda yardım istedi.

***

Mustafa Kemal Paşa, bu dönemde işgal altında çalışan mecliste bir iş görülebileceğinden umudu kesmişti ve Anadolu'da başlatılacak bir direniş için arkadaşlarıyla çeşitli temaslar yürütmekteydi...

Çeşitli kaynaklar, o dönemde Paşa'nın hala kurulacak yeni hükümette görev alarak Anadolu'ya işini kolaylaştıracak yetkili bir konumda geçmeyi düşündüğünü, hatta Vahdettin'i de kendisi ile birlikte Anadolu'ya geçmeye ikna edebilme ihtimalini dışlamadığını belirtiyorlar...

Bu umutlar gerçekleşmedi; ancak başka bir vesileyle Mustafa Kemal'in beklediği fırsat hiç beklenmeyen bir biçimde ayağına geldi.

Yarın bu konu üzerinde duracağız.

(Devam edecek)