Bilmeyen yoktur…

Kastamonu türküsüdür ama…

Derki türküde:

'Çanakkale içinde aynalı çarşı..'

Kulağımda o türkü.

Düştüm yola…

***

Ömrünün yaklaşık kırk yılını Ankara'da geçirmiş bir insanım…

Protokolü bilirim…

Porotokol yollarını…

Protokolden birileri bir yere gidiyorsa, trafik bu gidişe göre düzenleniverir görevli trafik polislerince.

İster araçla olun ister yaya, bekler durursunuz o siyah lüks arabalar geçip gidene kadar. Önlerinde ve arkalarında koruma araçlarından oluşan zincirle…

O insanı ürperten sinyalleri çala çala…

Derler ki:

'Devlet geçiyor, haberiniz ola!'

***

Dahası, o sırada bir vatandaş olarak sizin yolunuz oralara düşmüşse…

Herhangi bir iş için canım…

Diyelim, duymuşsunuz ki Metro girişindeki dükkanlarda daha ucuzmuş ayakkabı… Gidip bir bakayım dediniz…

Siz metro girişini bulmaya çalışırken Kızılay'da…

Diyelim bir yabancı ülke başbabakanı gelmiş… O geçecek Atatürk Bulvarı'ndan…

'Potansiyel bir terörist' gözüyle bakılır size…

Tedirgin olursunuz elbette!

Size öyle bakılırken…

Belleğimde yankılanıp durur o türkü…

'Çanakkale içinde aynalı çarşı.'

***

Bir de şu…

Ankara'nın bazı bölgelerinde dolaşırken, örneğin Yüksel Caddesi'nde karşılaştığınız insanların ne kadarının sivil polis olduğunu bilemezsiniz…

İnsan Hakları Anıtı'nın hemen arkasına kurulan karakol ve orada sürekli ellerinde silahlarıyla duran polisler bir yana, ne çok sivil polis de dolaşır insanlar arasında…

Dolaşır da adım başı kimliğiniz sorulup, TC Kimlik numaranız alınıp İçişleri Bakanlığı'nın Genel Bilgi Toplama (GBT) sistemindeki bilgilerinize bakılmaz.

Gerek duymazlar çünkü…

Çünkü biliyorlar zaten…

Attığınız adımı…

Varacağınız yeri…

Duracağınız durağı…

***

Bunları niye anımsadım derseniz?

Çanakkale'deydim… Değişik kentlerden gelmiş şair arkadaşlarımızla üç gün süren etkinliklere katıldık. Şiirler okuduk.

Her etkinlik alanına gidişte bir polis ekipleri durdurdu, bir jandarma… Toplandı kimliklerimiz ve GBT sorgulaması yapıldı.

Üstelik de, yanlarında bilgisayar yok. Kimlik numaranız bir yerlere bildiriliyor oradan tarama yapılıp yanıt veriliyor. Uzadıkça uzuyor bekleme süreniz. Bir tür işkence…

Gençlik yıllarında, hem de damarlardaki kan daha deli akarken 12 Eylül faşizmini yaşamış biri olarak söylüyorum, ömrümce hiç bu kadar çok sorulmamıştı kimliğim. Alınıp götürülüp, hakkımdaki kayıtlara bakılmamıştı…

Kendimi, kendi ülkemde esir gibi duyumsadım Çanakkale'de…

Kulağımda o türkü yankılanıp durdu:

'Çanakkale içinde vurdular beni'.

***

Bütün bunlar ne için mi?

Balaban Tepe'den çekilmiş bir fotoğraf var.

Kaz Dağı'nda yaklaşık 200 bin ağacın kesildiği, toprağın traşlandığı, çıplaklaştırıldığı alanı gösteriyor. Basında yer aldı. Sanal ortamlarda paylaşıldı.

O fotoğrafı görünce yüreği sızlıyor insanın. Vicdanı kanıyor.

Vicdanı olanların elbette…

Balaban Tepe'ye çıkıp, o fotoğrafın çarpıcılığında görmek olanaksız o çıplak alanı. Ama yine de bir kısmını görmek bile, çıplak gözle görmek, dünyanın belki de en güzel dağındaki ağaçların yok edildiğini, toprağın tozlarının savrulduğunu görmek, vicdandaki sarsıntıyı, ürpertiyi, kanamayı delileştiriyor.

Görülmesin ve vicdanlarda bu kanama oluşmasın istiyorlar.

Ne için?

Altın için!

Ve şu bilgileri öğrenmesini istemiyorlar kimsenin:

Bir gram altın için, evet yineliyorum yanlış yazım falan değil, bir gram altın için bir ton kayanın parçalanacağını, toprağın kazılacağını, dahası, altın tozlarının elde edilmesi için kullanılacak siyanürün o güzelim Kaz Dağı'nı Pompei'ye çevireceğini, yörenin içme suyunun zehirleneceğini…

Yalnız içme suyunun mu, Marmara ve Ege Denizi'nin…

Evet zehirleneceğini…

Sonra oralarda yüzemeyeceğimizi…

***

İkindi vaktiydi…

Denizin güzelliğine…

Deniz içinde hala duran, ısrarla duran 'Çanakkale Geçilmez' yazısının yansılarına bakarak bir çınarın gölgesiyle söyleştim…

Yaşlı bir çınardı. Yaprakları gür değil…

Dalları salınıp duruyordu Çanakkale'nin o hiç durmayan deli rüzgarında.

Sovyet şair Anna Ahmatova'nın dizelerini fısıldıyordu sanki yapraklarıyla:

'Yaban balı özgürlük kokar, / Toz, güneş ışını kokar, / Bir kızın ağzı – menekşe / Ve altın – hiçbir şey kokmaz altın.'

Bu dizeler pek bilinmez…

Ama o türkü:

'Çanakkale icinde vurdular beni'.

Bilmeyen yoktur…

Aynı şeyi söylüyorlar şimdi…

Birisi geçen yüzyılda yaşamış bir Sovyet şairinin şiiri…

Öteki, hep bilinen bir Çanakkale türküsü...

Yok yok, Kastamonu türküsü...

Yok yok, Balaban Tepesi'nden bakılınca görülenin türküsü..