Ağır ceza reisi bir baba ve Sinoplu tanınmış bir aileye mensup annenin oğlu olarak doğan Necmettin Erbakan, öğrenim hayatındaki göz kamaştırıcı başarılarıyla dikkat çeken biriydi.

Öyle ki, İstanbul Erkek Lisesi'ni birincilikle bitirmiş, İTÜ Makine Fakültesinden üstün başarı ile mezun olmuş, Makine Fakültesi Motorlar Kürsüsü'nde sadece doçent ve profesörlere tanınan ders verme hakkı, özel izinle ona da tanınmıştı. Almanya'da hocalık yapmış, dönüşte de Gümüş Motor'un kurulmasına öncülük etmişti.

Bu genç insan, aynı zamanda İstanbul'daki Nakşibendi Gümüşhanevi Dergáhının müridiydi ve Almanya'dan Türkiye'deki şeyhine mektuplar yazıyordu. Milli Görüş camiasını en iyi bilen gazeteciler arasında saydığım Fehmi Çalmuk'un yazdıklarına bakılırsa, Erbakan'ın asistan olmasından yurtdışına çıkmasına kadar her aşamada hayatı şeyhleri tarafından belirlendi. Nitekim, Milli Nizam Partisi'ni kurduğunda da yine şeyhinin talimatıyla hareket etmişti.

Erbakan, 1967 yılında Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin Genel Sekreterliğine seçildiğinde Anadolu sermayesini temsil ediyordu. Oysa, TOBB'un yönetim listesini hazırlayan siyasi güç İstanbul sermayesinin temsilcisi konumunda bulunan Adalet Partisi'ydi. Adalet Partisi, aynı zamanda muhafazakar çevrelerin de politik mevzisiydi. Henüz bağımsız bir siyasal güce dönüşmeden önce Demokrat Parti'yi destekleyen muhafazakarlar onun devamı niteliğindeki Adalet Partisi çatısı altında siyaset yapıyorlardı.

Erbakan, TOBB'da genel sekreter idi. 4 yıl başkanlık yapan Sırrı Enver Batur, görevini bırakınca bir yönetim sorunu oluştu ve çok tartışmalı bir seçimde Erbakan kendini başkan ilan etti. Demirel'e göre, genel sekreter olan bir kişi yönetim kurulu başkanlığı yapamazdı. Anlaşmazlık büyüdü, seçim yargıya gitti ve mahkeme seçimin iptaline karar verdi. Artık, görevden alınması gerekiyordu. Gelin görün ki, Erbakan, TOBB başkanlığını bir türlü bırakmak istemiyordu. İş sonunda karakolluk oldu.

İş ve politika dünyasının nabzı, TOBB'da atıyordu. Gazeteciler, 8 sütuna manşet heyecanıyla TOBB'a üşüşmüştü. Foto muhabirleri en güzel kareyi yakalamanın derdindeydi. Polis, binayı sarıp makam odasının kapısına dayandı. Erbakan ise kapıyı içeriden üstüne kilitlemişti. Kapı kırılarak içeri girilse olmazdı. İmdada Ankara Emniyeti'nin hırsızlık masası ekipleri yetişti. Başkentin meşhur çilingirlerinden Çopur Hüseyin çağrıldı; rezalet daha fazla büyümeden çilingir maharetiyle içeri girildi, Hoca TOBB'dan uzaklaştırıldı.

Gelelim bugüne...

Aradan 52 yıl geçti. 2005'te Özelleştirme Yüksek Kurulunun ilgili kararıyla Türkiye Denizcilik İşletmesi ile İBB arasında yapılan protokol ile belediyeye devredilen Büyükada iskelesi, önce Şehit Hatları A.Ş'ye devredildi. Şehit Hatları da iskelenin üst bölümünü 10 yıllığına TÜGVA'ya kiraladı. İstanbul'da kömürlükten bozma tek odalı konutlar bile 3-4 bin liraya kiraya verilirken TÜGVA, lebi derya mekan için sadece 2500 lira ödeme yapıyordu. Üstelik, sözleşmenin hilafına üçüncü şahıslara devrediliyordu. Belediye önce tahliye dedi, tahliye olmayınca mahkemeye gidildi, TÜGVA itiraz etti, itiraz reddedildi. Mahkemenin tahliye kararı Adalar Kaymakamlığına gitti geldi, gitti geldi. Kaymakam tatile çıktı, hastalandı, yerinde bulunamadı, hava muhalefeti oldu falan derken bütün yollar tükendi.

Sonunda belediye zabıtası tahliye için iskeleye gitti ancak yasalara göre zabıtaya yardımcı olması gereken polis tarafından engellendi. Kamuyu temsil eden iki güç alışık olmadığımız biçimde karşı karşıya geldi.

İskele tahliye edilemedi.

İki farklı kuşak ve yarım asır arayla yaşanan iki olay. Aktörler farklı olsa da gelenek kendini yaşatıyor, sürekli güncelliyor. Bu gelenek, bir şekilde gücü ele geçirme ve ne pahasına olursa olsun iktidarı koruma ilkesinden besleniyor. Bunun için de alabildiğine din istismarcılığı yapılıyor. Öyle örnekler vardır ki, say say bitmez.

Seçim kazanabilmek için gerektiğinde sınır değişiklikleri yoluyla sandık sonuçlarını etkilemek...

Seçim kurullarında son dakika müdahaleleri gerçekleştirmekte hiç sakınca görmemek, Mercimek davasından Deniz Feneri'ne, Kombassan'dan Jet Fadıl'a kadar bütün akçeli işlerde karmaşık süreçler yaratarak işin içinden sıyrılmak...

Önce temel atıp sonra ihaleye çıkmak veya ihale yasasını 292 kere değiştirmek...

Bir tür siyasi intihar olarak yorumlanabilecek 28 Şubat kararlarına bile hiç çekinmeden imza atmak ve bu imzayı meşrulaştıracak söylemi üretmek vs.

Esenyurt Belediye Başkanı'nın söylediği hatırlanacaktır:

'Esenyurt'u kaybedersek Kudüs'ü kaybederiz hiçbir yeri kaybetmeyiz, İslam'ı kaybederiz, Mekke'yi kaybederiz' demişti zatı muhterem... TÜGVA'nın temsilcisi ne diyor:

'TÜGVA'ya karşı yapılan bu algı operasyonlar aslında İslama yapılan bir operasyondur'

Bu gelenekte hukukun, yurttaşlığın, demokrasi bilincinin esamisi okunmaz; tek vazgeçilmez şey iktidardır. Peki, bu iktidarperestliğin TOBB'dan önceki geçmişi yok mu?

Elbette ki var...

O da başka bir yazı konusu...