Sağlık alanında yaşanan sorunların toplumsallığına değindiği “Yılmaz” romanı ile ses getiren Eğitimci-Yazar Nebat Bukrek, yaşam yolculuğunu ve ilk kitabının çıkış noktasını Başkent’e anlattı. Eğitimcilik ve yazarlık dışında kadın hakları savunucusu olarak mücadele verdiğini söyleyen Bukrek, “Kadını ikincil gören, ataerkil yaşam şeklinin kurallarını her fırsatta uygulamaya çalışan bir toplumda yaşıyoruz. Gün geçmiyor ki erkekler tarafından kadının bedeni, sosyal yaşamı, hatta mahremi hakkında yeni bir fikir ortaya atılmasın. Kadın üzerindeki çok yönlü sömürü devam ediyor” dedi. Sorularımıza samimi yanıtlar veren Bukrek, geleceğe dönük plan ve projelerini de anlattı.
· Sizi tanıyabilir miyiz?
Ben Nebat Bukrek. Ankara Eğitim Enstitüsünden ilkokul öğretmeni olarak mezun oldum. Anadolu’nun çeşitli köylerinde 8 yıl öğretmenlik yaptım. 1989 yılında İstanbul’a tayin oldum. Sarıyer ilçesinde farklı okullarda çalıştım. Eğitim-Sen’in İstanbul 3 No’lu şubesinde yönetim kurulunda ve yönetim kurulu başkanlığında görev aldım. 2016’da emekli oldum. Bir kadın hakları savunucusu olarak birçok oluşumda kadınların mücadelesine destek verdim, bu yöndeki çalışmalarda yer aldım.
· Kelimeleri yoğurup, edebi metinler haline getirme süreciniz nasıl başladı?
Lise yıllarında edebiyat derslerinde verilen kompozisyon ödevlerinde öğretmenlerim tarafından fark edildim. Öğretmenlerim yazma noktasında beni teşvik ettiler. Mezun oldum, öğretmen olarak çalıştığım köylerde defterler dolusu yazdım. Annelik, öğretmenlik, toplumsal sorumluluk bana bu alanda somut adım atmamı, emekli oluncaya kadar erteletti. Ama çalışırken benim insiyatifimde öğrencilerimle beraber çıkardığımız, Susurluk kazasında yaşamını kaybedenlerin çocuklarına adanmış “Emek Treni” adı altında bir kitabımı yayımladım. Sonraki yıllarda “Bu Öykülerin Dili Var” ismiyle kolektif olarak çalıştığımız öykü kitabımı çıkardım. Ayrıca tıpkı özel çocuklar gibi toplumun farklı alanlarda yok sayılan kesimini anlatan “Ötekiler” romanlar serisine başladım. İlki bitti yayına hazır, devamı gelecek umarım.
“YILMAZLARIN SESİ DUYULSUN İSTEDİM”
· “Yılmaz” isimli kitabınızda, sağlık alanında yaşanan sorunlara değiniyorsunuz. Özellikle bu konuyu işleyişinizin bir sebebi var mı?
Sağlık alanında yaşanan sıkıntılar herkes tarafından bilinmektedir. Doktor randevusu almadaki şikayetler, basit bir işlem için bile haftalarca, bazen aylarca beklemeler ve hekim yetersizliği sıklıkla yaşanmaktadır. Öte yandan sağlıkta şiddet, özlük haklarında yaşanan sorunlar, çalışma koşulları, tıbbi malzeme, alet ve araç yetersizlikleri ve daha birçok mesleki sorun gerekçesiyle yurt dışına göç eden doktorlara her gün yenilerinin eklendiği de Türk Tabipler Birliği tarafından açıklanmaktadır. Sağlık alanında gözle görülür, yaşama dokunur olumlu adımların atılmaması pratikte de olumsuzluklar olarak yansımaktadır. Peki, çözüm yurt dışına gitmekte mi? Bir gün İzmir Karşıyaka’da bulunan tarihi öğretmenevi bahçesinde yapılan bir sohbet toplantısına katıldım. Orada bulunan emekli öğretmenlerin neredeyse hemen hepsinin bir ya da birden fazla çocuğunun yurt dışında, Avrupa, Amerika, Japonya veya diğer ülkelerde olduğunu öğrendim. Hemen her bir emekli, çocuğunun yurt dışında olmasından övünerek bahsetti. Göbek bağının gömülü olduğu toprakları terk etmek, çalışmak için başka ülkelere gitmek nasıl övünç kaynağı olabilirdi? Gidenler hiçbir yerde kırmızı halılarla, gül demetleriyle karşılanmadı. Birçoğu eğitim aldığı alandaki kendi mesleğini yapamadı. Tecrit edilmiş göçmenler, yardım çığlıklarını ne kendi ülkelerinde ne de gittikleri ülkelerde duyurabildi; hiçbir yere aidiyet hissetmedi. O gün o öğretmenevinin bahçesinde Yılmaz’ı yazmaya karar verdim. Yılmaz, bu gündemin yaşama yansımasıdır. Yılmazların sesi duyulsun istedim.
· Yerli ve yabancı yazarlar içerisinde bu kişinin eserleri beni yazar olmak için çok iştahlandırdı diyebileceğiniz birisi var mı? Onun hangi anlatım tekniğini uyguluyorsunuz?
Gençliğimde Fransız natüralist yazar Emile Zola’dan etkilendim. Onun gibi yazmak isterdim. Fakat “Ötekileri” anlatırken dahi kullandığım duygusal dil ona çok uzak. Yine Rus Edebiyatından Nikolay Çernişevski, Maksim Gorki en fazla etkilendiğim yazarlardır. Öte yandan Orhan Kemal’e kendimi daha yakın buluyorum.
“ÇÖZÜLME, BÜTÜNÜ SARDI”
· Bir köşe yazınızda; “Herkes biliyor; toplumun manevi kimliği çöküyor, evrensel değerlerin fay hatları kırılıyor fakat kimse şaşırmıyor” görüşünüzden yola çıkarsak, “toplumsal dejenerasyon”un nedenlerini ve çözüm önerilerinizi anlatır mısınız?
İçinde yaşadığımız toplumun en köklü özelliği; yoksula, yetime, öksüze, çocuğa, ihtiyaç sahibine karşı duyarlılığıdır. Bunda son yıllarda çok ciddi kırılmalar olduğunu düşünüyorum. Vicdan, merhamet, yardımlaşma duygularında başlayan çözülme, bütünü sardı. “Komşusu açken tok yatağa girmeyen” inançtan gelen bir toplum üç maymunu oynuyor. Bireysellik, bencillik, gemisini yürüten kaptan hikayesi toplumsal sorunlara duyarsızlığı getirdi. Yalan, talan, hırsızlık görmemezlikten gelindi. Bütün bunların sosyal çürümeye kapı araladığını düşünüyorum.
“ERKEK ÇOCUKLARIN EĞİTİMİNİN ÖZELLİKLE ALTI ÇİZİLMELİ”
· Bu çürümenin bir başka göstergesi de kadın haklarında gelinen noktanın bir türlü düzelememesi. Bu yöndeki görüşleriniz neler?
Kadını ikincil gören, ataerkil yaşam şeklinin kurallarını her fırsatta uygulamaya çalışan bir toplumda yaşıyoruz. Gün geçmiyor ki erkekler tarafından kadının bedeni, sosyal yaşamı, hatta mahremi hakkında yeni bir fikir ortaya atılmasın, denetleme doğrultusunda faaliyete geçilmesin. Yine her geçen gün bir kadın cinayetiyle uyanıyoruz. Yüzyıllardır kadın üzerindeki çok yönlü sömürü devam ediyor. İş yerlerinde eşit işe eşit ücret, kamuda ve idari makamlarda pozitif ayrım, cinsiyetçi iş bölümüne karşı kadınlar erkeklerle eşit haklara sahip olma mücadelesi veriyor. Kadınların bilinçlenmesi, dayanışma halinde olması, belki de en önemlisi de eğitim bu alanda çok önemli. Erkek çocukların eğitiminin özellikle altı çizilmeli.
“ÇOCUK GÖRDÜĞÜYLE BÜYÜR”
· Ülkemizde okumak ya da okuduğunu anlamak noktasında eksikliklerin olduğunu biliyoruz. Bu bağlamda aile ve okul eğitimlerinde yeni jenerasyonun iyi bir okuryazar olması size göre nasıl sağlanır?
Uzun yıllar öğretmenlik yaptım. Kitap okumadığı için çocuğundan şikayetçi olan birçok anneyle konuştum. “Çocuğum kitap okumayı sevmiyor” diyen annelere sorardım. “Siz evde kitap okuyor musunuz?” Ebeveynleri okumayan çocuklarda okuma alışkanlığını oluşturmak imkansız değil, fakat daha zor. O evlerde genelde televizyon, gecenin geç saatlerine kadar açık olur. Peki, nasıl olacak bu iş? Çocuklar gördüğünü yapar. Ebeveynler evlerde mutlaka okuma saati yapmalı, çocuklarıyla beraber kitap okumalı; okudukları kitapları birbirleriyle paylaşarak tartışmalı. Okuma alışkanlığı açısından bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Diğer bir sorun okullarda çocuklar için akıcı, okumaktan zevk alacakları kitaplar seçilmeli. Özellikle ortaokul ve liselerde müfredatta öyle roman ve öyküler yer alıyor ki onları okumak çocuklara işkence gibi geliyor. Bunlar güncellenmeli. Tabii bir de kitap yerine tercih edilen; telefon, tablet olayı var. Bu konuda da ebeveynler eğitilmeli. Bütün kanallarda geceler boyu izlenen dizilerde asla kitap okuyan bir oyuncu göremezsiniz. Çocuk gördüğüyle büyür. Birçok alanda değişikliğe ihtiyaç var.
· Son olarak geleceğe dönük plan ve projelerinizi anlatır mısınız?
Yılmaz’ı okuyan, çocuğu özel eğitime gereksinim duyan, okullarda kaynaştırma eğitimi alan bazı anneler bana ulaştı, “Bizim çocukları da yazar mısın?” dedi. Ben de onları yazdım. Basım aşamasında olan hiperaktif ve farklı sendromlar gösteren özel çocuklarla ilgili bir romanım raflarda yerini alacak. Sonra da “Ötekileri” yazmaya devam etmek istiyorum.