Sanatın, sadece estetik bir arayış olmadığını aynı zamanda bir ifade biçimi, bir anlatım alanı olduğunu, kadınların yaşadığı hak ihlallerini, toplumsal eşitsizlikleri ve üzerlerine biçilen rolleri sanatıyla sorgulayan Ressam Sema Çetin ile bugünlere uzanan hikâyesini konuştuk.

• Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz? Sema Çetin kimdir?

1976 yılında Malatya’da doğdum. İlk, orta ve lise eğitimimi Malatya’da tamamladım.1999 yılında İnönü Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nden mezun oldum. Sanat yolculuğum boyunca bireyin varoluşunu, yalnızlığını ve toplumsal yapı içinde sıkışmışlığını sorguladım. Sanat, insanların iç dünyalarını keşfetmelerine ve ifade etmelerine yardımcı olan güçlü bir araçtır. Bu konuda “Dünüm Bugünüm” başlıklı bir bildiri yazdım ve bildirim EYFOR11 (Uluslararası Eğitim Yönetimi Forumu) dergisinde yayımlandı. Sanatın insan psikolojisi üzerinde iyileştirici etkiler yarattığını düşünüyorum ve bu araştırmalarımla, sanatın insanları hem bireysel hem de toplumsal düzeyde nasıl dönüştürebileceğini anlatmaya çalışıyorum.

• Çizgilerle olan hikâyeniz nedir?

Sanat, benim için her zaman bir kendini keşfetme ve ifade etme yolculuğu olmuştur. Sanatın içindeki özgürlük ve sınırsız anlatım gücü beni her zaman cezbetmiştir. Bu, yalnızca estetik bir arayış değil, aynı zamanda bir direnme biçimi, bir varoluş manifestosudur. Çocukluğumdan beri resim yapmaya tutkuyla bağlıyım. İlk yıllarda klasik tekniklerle kendimi ifade etmeye çalışırken, zamanla soyut ve sembolik anlatımlara yöneldim. Her fırça darbesi, her çizgi benim için bir yolculuktur; bazen derin bir sessizlik, bazen de haykırış. Çizgilerim, yalnızca bir formdan ibaret değil; bir kırılma, yeniden doğuş, geçmişin izlerini bugüne taşıyan bir hafıza kaydıdır. Bir yüzü veya ifadeyi oluştururken, aslında katman katman yaşanmışlıkları, derin yaraları, travmaları ve iyileşme süreçlerini açığa çıkarıyorum. Çizgilerim, tıpkı bir harita gibi; zamanın, acının ve umudun izlerini taşır. Bu yüzden resimlerimde yüzeyler bazen çatlak, bazen girintili çıkıntılı, bazen de derin izlerle doludur.

Zamanla sanatım daha derin bir ruhsal ve toplumsal anlatıya evrildi. Kadın portrelerim, sadece bir yüzü değil; toplumsal baskıları, yalnızlığı ve varoluş sancılarını anlatıyor. Her bakış, içinde suskun bir direniş barındırırken, güçlü ve kendinden emin bir duruş sergiliyor. Resimlerimde sıkça yer verdiğim kuzgun ise tesadüfi bir figür değildir; gücün, bilgeliğin ve direnmenin sembolü olarak çalışmalarımın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Çünkü sanat, yalnızca görmek değil, görmeye cesaret edebilmektir. Sanatımla, hem kendimi hem de izleyiciyi bu cesur yolculuğa davet ediyorum. Sanatım, çizgilerin ötesine geçiyor; sanatı, bireylerin iç dünyalarını keşfetmeleri ve ifade etmeleri için güçlü bir araç olarak görüyorum. Sanatın, insan psikolojisi üzerinde iyileştirici etkiler yarattığını düşünüyorum. Bu konuda yazdığım 'Dünüm Bugünüm' başlıklı yazım, EYFOR11 (Uluslararası Eğitim Yönetimi Forumu) dergisinde yayımlandı. Sanatın, bireysel ve toplumsal düzeyde insanları nasıl dönüştürebileceğini anlatmaya çalıştım. Araştırmalarımda, sanatın insanın geçmişiyle barışmasına ve geleceğe umutla bakmasına nasıl katkı sağladığını keşfetmeye devam ediyorum.

01-4

“KADINLARIN YAŞADIĞI HAK İHLALLERİNİ SANATIMLA SORGULUYORUM”

• Yabancılaşma, yersizleşme, aidiyetsizlik, tüketim gibi kavramlar yaşamın içine sıkıştırıyor biz kadınları. Sizin de genellikle hak ihlalleri, kadına yönelik şiddet, cinsel istismar, çizimlerinizde yer buluyor. Neyi vurgulamak istiyorsunuz?

Toplumsal normlar ve ataerkil yapılar, kadınları sıklıkla sınırlayan bir alanın içine hapseder. Bedenlerine, kimliklerine, hatta hayallerine bile belirli sınırlar çizilir. Sanatımda, bu sınırlamaları görünür kılmayı ve sessiz çığlıkları duyurmayı amaçlıyorum. Resimlerimdeki kadın figürleri, bazen derin bir içsel sessizliğin, bazen de güçlü bir direnişin simgesi olarak ortaya çıkıyor. Onların gözlerinde, yorgun ama kararlı bir bakış, kırılgan ama sarsılmaz bir duruş var. Çünkü benim için sanat, sadece estetik bir arayış değil, aynı zamanda bir ifade biçimi, bir anlatım alanıdır. Kadınların yaşadığı hak ihlallerini, toplumsal eşitsizlikleri ve üzerlerine biçilen rolleri sanatımla sorguluyorum. Yüzyıllardır şekillendirilmeye ve yok sayılmaya çalışılan kadın kimliği, eserlerimde kendi özgün hikâyesini anlatıyor. Yüzlerdeki her çatlak, sadece bir doku değil; yaşanmışlıkların, acıların ve yeniden ayağa kalkmanın bir izidir. Dünyanın neresinde olursa olsun, kadınların sesi çoğu zaman duyulmaz, hikâyeleri anlatılmaz. Oysa resimlerimdeki kadınlar, suskun olsalar da çok şey anlatmak isterler. Onların sessizliği bile bir haykırış, kırılganlıkları ise en büyük güçlerinden biridir. Çünkü sanat, yalnızca görmek değil, gördüğünü hissedebilmek ve hissettiklerinle değişmeye cesaret edebilmektir. Ve ben, sanatımla işte tam da bu cesareti keşfetmeye davet ediyorum.

22-1

“KADINLARIN SANATÇI KİMLİKLERİ GÖZARDI EDİLDİ”

• Hangi dönemdeki kadınlardan bahsetsek değişmeyen bir yazgı, evrensel bir tanı ve sorun… Kadın sanatçılar neden görmezden geliniyor?

Sanat tarihinde kadınlar, uzun yıllar boyunca sadece bir “ilham perisi” ya da “figür” olarak görülmüş, sanatçı kimlikleri ise göz ardı edilmiştir. Erkek egemen bir perspektifle şekillenen sanat dünyasında, kadınların üretimleri ya görmezden gelinmiş ya da hak ettikleri değeri bulamamıştır. Ancak bu tarihsel eşitsizliğe rağmen, kadın sanatçılar her dönemde var olmuş ve toplumun en derin yaralarını sanatlarıyla görünür kılmışlardır. Bugün artık bu sessizlik bozuluyor. Kadın sanatçılar, yalnızca estetik üretimler yapmakla kalmıyor, aynı zamanda sanatı bir başkaldırı, bir farkındalık aracı olarak kullanıyor. Günümüzde, hem dünyada hem de ülkemizde kadın sanatçılar daha fazla görünürlük kazanıyor, eserleri galerilerde, müzelerde, koleksiyonlarda hak ettiği yeri buluyor. Kadınlar artık sadece sanatın nesnesi değil, öznesi olarak sanat tarihini yeniden yazıyor. Elbette bu süreç tamamlanmış değil. Sanat dünyasında hala eşitsizlikler, hala aşılması gereken bariyerler var. Ancak bugün kadın sanatçılar seslerini daha gür çıkarıyor, sanatlarıyla toplumsal yapıyı sorguluyor ve dönüştürüyor. Her fırça darbesi, her çizgi ve her renk, bu değişimin bir parçası. Sanat, kadınların sadece görünür olmakla kalmadığı, aynı zamanda kendi hikâyelerini anlatabildikleri güçlü bir alan haline geliyor. Ve bu hikâyeler, artık daha fazla insana ulaşıyor, daha derin izler bırakıyor.

“Sanat Aynı Zamanda Bir Direnme Biçimi”3 (1)

“FİGÜRLERİM VAROLUŞSAL BİR MÜCADELEYİ ANLATIYOR”

• Her ressamın bir imzası, üslubu var. Siz kendi tarzınızı nasıl tanımlarsınız?

Sanat anlayışım, klasik portre geleneğinin derinliğini çağdaş anlatımla buluşturan bir noktada duruyor. Rönesans ve Barok dönemlerinin dramatik ışık-gölge oyunlarından ilham alırken, modern sanatın ruhuna uygun olarak renk ve dokuyu anlatım aracı olarak kullanıyorum. İnsanın varoluş mücadelesini, içsel kırılganlıklarını ve güç dengeleri içindeki yerini sorgulayan bir anlatı oluşturuyorum. Klasik teknik disiplinleri çağdaş sanatın deneysel diliyle birleştirerek, bireyin hem kendisiyle hem de çevresiyle kurduğu bağı görünür kılmaya çalışıyorum. Portrelerimde insan yüzü, yalnızca bir kimlik taşıyıcısı değil, aynı zamanda duyguların, anıların ve toplumsal izlerin yansıması. Mavi ve kırmızı gibi güçlü kontrastlar hem içsel dünyayı hem de toplumsal gerçeklikleri vurgulamak için bilinçli bir tercih. Mavi, melankoliyi, dinginliği ve derin düşünceyi yansıtırken; kırmızı, tutkuyu, öfkeyi ve direnişi içinde barındırıyor. Bu iki renk arasındaki gerilim, eserlerime hem duygusal hem de kavramsal bir derinlik katıyor. Yüzeylerde oluşturduğum çatlak dokular, insanın içsel kırılganlığını ve hayatın bıraktığı izleri sembolize ediyor. Figürlerim bazen yüzeye hapsolmuş, bazen de ondan sıyrılmaya çalışarak varoluşsal bir mücadeleyi temsil ediyor. Bu durum, bireyin kendisiyle ve çevresiyle kurduğu ilişkiyi sorgulayan bir anlatı oluşturuyor.

Sanatımda yalnızca insan figürlerine değil, sembollere de yer veriyorum. Özellikle kuzgun figürü, eserlerimde önemli bir metafor olarak öne çıkıyor. Kuzgun, tarih boyunca hem bilgeliğin hem de özgürlüğün simgesi olmuştur; ancak benim yorumumda aynı zamanda varoluşun ve doğanın gücünü yüceltmek üzerine şekillenmiştir İnsanın iç dünyasıyla dışsal sınırları arasındaki gerilimi temsil ediyor. Gökyüzüne yükselmeye hazır ama hâlâ yere bağlı bir kuzgun, bireyin özgürlük arayışı ile toplumsal normlar arasındaki sıkışmışlığını da anlatıyor. Tıpkı insanın kendi içsel dünyasında hissettiği özgürlük arzusu ile dışsal baskılar arasındaki gerilim gibi, eserlerimdeki figürler de bu ikilem içinde varlıklarını sürdürüyor. Sanatım, geçmişin kökleriyle geleceğin özgünlüğü arasında bir köprü kuruyor. Geleneksel anlatım biçimlerini çağdaş tekniklerle harmanlayarak zamansız bir ifade dili oluşturuyorum.

 • Sanat ve tasarım ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sanat ve tasarım ortamını değerlendirirken, günümüzdeki hızlı değişim ve teknolojik gelişmelerin, sanatın görünürlüğünü artırma konusunda büyük fırsatlar sunduğunu düşünüyorum. Özellikle sosyal medya ve dijital platformlar, sanatçılara eserlerini daha geniş kitlelere ulaştırma imkanı tanırken, NFT gibi yenilikçi teknolojiler de sanat dünyasında yeni bir dönemi başlatıyor. Ancak, tüm bu yeniliklerin yanında geleneksel sanat piyasası hâlâ ticari kaygılarla şekilleniyor ve galeriler, müzayede evleri gibi yapılar, eserlerin değerini belirlemede hâlâ güçlü bir etkiye sahip. Sanatın, günümüzde tüketim kültürünün bir parçası haline gelmesi, özgünlük ve derinlik gibi değerlerin zaman zaman geri planda kalmasına neden olabiliyor. Bununla birlikte, birçok çağdaş eserin birbirini taklit etmesi, özgünlük sorununu daha da belirginleştiriyor. Bu durum, sanatın ticari yönünün ve popüler kültürün etkisinin bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Bu bağlamda, sanatımı yaratırken hem özgünlüğü hem de çağdaş sanat dünyasının değişen dinamiklerini göz önünde bulunduruyorum. Eserlerimdeki semboller ve temalarla, derinlikli bir anlatım sunarken, sanatın bu evrimsel süreçteki yerini ve anlamını sorgulamak önemli bir konu benim için.

“Sanat Aynı Zamanda Bir Direnme Biçimi”4

“GELENEKSEL TEKNİKLERLE ÇAĞDAŞ ANLATIMI BİR ARAYA GETİRİYORUM”

• Çalışmalarınızı yaparken hangi sanatçılar sizi etkiliyor?

Farklı dönemlerden ve sanat akımlarından besleniyorum. Doğa ve insan arasındaki ilişkiyi ele alan anlatılar, eserlerimde yalnızlık ve özgürlük temalarının derinleşmesini sağlıyor. Sürrealist yaklaşımın sembolleri güçlü bir anlatı unsuru olarak kullanması, benim de imgeleri bilinçli bir şekilde konumlandırmamı etkiledi. Renklerin duygusal bir araca dönüşmesi, özellikle belirli kontrastlarla ruh hâlini vurgulama biçimimi şekillendirdi. Dramatik anlatımların insan psikolojisini yansıtmadaki gücü, portrelerimde duygu derinliğini artırmama olanak tanıyor. Işık ve gölge kullanımıyla figürlere atmosferik bir yoğunluk katmak, izleyiciyle daha güçlü bir bağ kurmamı sağlıyor. Günümüz çağdaş sanatında, figürlerin klasik sınırların dışına taşınması ve insan psikolojisinin görsel dile dönüşmesi, sanat anlayışımı geliştiren unsurlar arasında yer alıyor. Yüzeyde oluşturulan dokusal müdahaleler, zaman ve hafızanın izlerini yansıtma konusunda bana yeni anlatım olanakları sunuyor. Geleneksel tekniklerle çağdaş anlatımı bir araya getirerek, bireyin kimlik ve varoluş sorgulamalarını sanatımda görünür kılmaya çalışıyorum.

• Yakın zamanda gerçekleştirmeyi düşündüğünüz yeni bir proje veya sergi var mı?

Evet, kuzgun figürleri ve portrelerin iç içe geçtiği yeni bir seri üzerinde çalışıyorum. Bireyin içsel yolculuğunu ve özgürlük arayışını semboller aracılığıyla ele aldığım bu çalışmalar, 2026 yılı Nisan ayında Ankara'daki Akdora Sanat Galerisi'nde düzenlenecek solo sergimde izleyiciyle buluşacak. Ankara’daki sergimin akabinde İstanbul'da da bir sergi planlıyorum. Ayrıca, 2025 yılı Nisan ayında Adana'da, Mayıs ayında İzmir Çağdaş Sanat Fuarı’nda ve Eylül ayında Adana Çağdaş Sanat Fuarı’nda eserlerimle yer alacağım. Bunun yanı sıra, 2026 yılı içinde de uluslararası çağdaş sanat fuarlarında da bulunacağım.

Kaynak: BAŞKENT GAZETESİ - Makbule AKGÜL