Bebeklik ve çocukluk dönemlerinde sık karşılaşılan ağlamanın sadece yaramazlıktan kaynaklanmadığını, onların temel iletişim araçlarından birisi olduğunu söyleyen Türk PDR Derneği Ankara İl Yönetim Kurulu üyesi Psikolojik Danışman-Aile Danışmanı Ömer Kökçeoğlu ile Başkent olarak konuştuk. “Ağlamak bir zayıflık değil, iletişim çabasıdır, çocuklar için bir yardım çağrısıdır” diyen Kökçeoğlu, anne-babaların bu gibi durumlara karşı yaklaşımları konusunda önemli tavsiyelerde bulundu. Sorularımıza samimi yanıtlar veren Kökçeoğlu, “Her yaş grubunda ağlamayı anlamlandırırken çocuğun gelişimsel özellikleri, içinde bulunduğu bağlam ve çevresel etkenler göz önünde bulundurulmalıdır” dedi.
· Doğumdan itibaren, yaş gruplarına göre çocuklarda ağlamayı nasıl yorumlamamız gerektiği konusunda bize ipuçları verir misiniz?
Doğumdan itibaren çocukların ağlaması, onların kendilerini ifade etme biçimidir. Özellikle sözel iletişimin henüz gelişmediği erken yaşlarda, ağlama temel bir iletişim aracıdır ve asla görmezden gelinmemelidir. Her yaş grubunda ağlamayı anlamlandırırken çocuğun gelişimsel özellikleri, içinde bulunduğu bağlam ve çevresel etkenler göz önünde bulundurulmalıdır. Bebeklik döneminde, yani 0-1 yaş aralığında ağlama, tamamen fizyolojik ve duygusal ihtiyaçların dışa vurumudur. Bebek acıktığında, altı kirlendiğinde, uykusuz olduğunda ya da sadece dokunulmak, kucaklanmak istediğinde ağlayarak bunu bildirir. Bu dönemde ağlayan bir bebeğe hızlı, şefkatli ve tutarlı şekilde yanıt verilmesi, güvenli bağlanmanın temellerini atar. Bilimsel araştırmalar, erken dönemde ihtiyaçlarına duyarlı şekilde karşılık verilen bebeklerin ilerleyen yaşlarda daha güvenli ilişkiler kuran, duygularını daha sağlıklı şekilde düzenleyebilen bireyler olma eğiliminde olduğunu gösteriyor. 1-3 yaş aralığına gelindiğinde çocuk fiziksel olarak bağımsızlaşmaya başlar, ancak duygusal olarak hala desteğe ihtiyaç duyar. Bu dönemde çocuğun “ben” duygusu gelişir, kendi istekleri belirginleşir ve karşılaştığı engeller karşısında ağlama davranışı sıkça gözlemlenir. Bu yaşta ağlama hem bir ihtiyaç ifadesi olabilir hem de çocuğun henüz gelişmemiş olan engellenme toleransı ve duygu düzenleme becerileriyle ilişkilidir. Ebeveynin bu dönemde yaptığı en büyük katkı, çocuğun duygusunu onaylamak ancak her ağlamayı istenilenin gerçekleşmesine dönüştürmemektir. Bu denge hem sınır koymayı hem de empati göstermeyi içerir. 3-6 yaş dönemine geldiğimizde çocuklar artık bazı duygularını kelimelere dökebilir hale gelir, ancak bu duyguları nasıl yöneteceklerini henüz tam olarak bilemezler. Bu yaş grubunda ağlama, düş kırıklığı, anlaşmazlıklar, korku veya yoğun heyecan gibi pek çok farklı duygunun dışavurumu olabilir. Ebeveynin ya da bakım verenin bu dönemde rol model olması çok önemlidir. Çocuğun duygularına isim vermek, onu anlamaya çalışmak ve gerektiğinde uygun çözümler sunmak, duygusal gelişimi destekleyen bir yaklaşımdır. 6 yaş ve sonrasında ise çocuğun sosyal farkındalığı artar. Artık yalnızca fiziksel ya da anlık duygular değil, daha soyut ve içselleştirilmiş duygular da devreye girer: suçluluk, yalnızlık, başarısızlık korkusu gibi... Bu yaş grubundaki çocuklar hala ağlayabilir. Bu, onların duygusal olarak olgunlaşmadığını değil, duygularıyla temas halinde olduklarını gösterir.
“AĞLAMAK BİR ZAYIFLIK DEĞİL İLETİŞİM ÇABASIDIR”
· Anne babalar, çocuklarının ağlamasına karşı verdikleri tepkilerde genellikle hangi hataları yapıyor?
Ebeveynlerin “Ağlama, büyüdün artık!” gibi söylemlerle duyguları bastırmaya çalışması, çocukta ileride ruh sağlığı sorunlarına yol açabilir. Duygularını ifade etmesine izin vermek, sağlıklı bir psikolojik gelişim için şarttır. Ebeveynlerin bu dönemde ağlamayı bir zayıflık değil, bir duygusal ihtiyaç sinyali olarak görmeleri önemlidir. Çünkü bazen bir çocuk yalnızca anlaşılmak, dinlenmek ve duygularının yargılanmadan kabul edilmesini ister. Bu her yaşta geçerli olan bir gerçekliktir. Unutmayalım ki ağlamak bir zayıflık değil, iletişim çabasıdır. Çocuklar için bir yardım çağrısıdır. Bu çağrının altında kimi zaman fizyolojik bir ihtiyaç, kimi zaman duygusal bir sarsıntı, kimi zamansa sadece anlaşılma arzusu olabilir. Yetişkinlerin görevi bu çağrıyı bastırmak ya da susturmak değil; duymak, duyguyu anlamlandırmak ve çocuğa güvende olduğunu hissettirmektir. Ağlamayı susturmaya çalışmak değil, ağlamanın nedenini çözmeye çalışmak ve çocuğun iç dünyasına açılan kapıdan girmek sağlıklı bir psikolojik gelişimin en temel adımlarındandır.
· 0 -1 yaş dönemindeki çocuklarda “güven ve güvensizlik” nasıl şekillenir?
0-1 yaş dönemi, psikososyal gelişim kuramının kurucusu Erik Erikson’un tanımıyla “Temel Güvene Karşı Güvensizlik” evresidir. Bu dönemde bebek, dünyaya henüz hiçbir şey bilmeden gelir ama hayatta kalmak ve gelişmek için tamamen çevresindekilere, özellikle de birincil bakım verenine bağımlıdır. 0-1 yaş döneminde, çocukların “güven” ya da “güvensizlik” duyguları onların bakım verenleriyle olan etkileşimleriyle doğrudan ilişkilidir. Bu dönemde, bebekler ihtiyaçlarına tutarlı, sevgi dolu ve duyarlı bir şekilde yanıt veren bir bakım verenle güvenli bir bağlanma geliştirmeye başlarlar. Bununla birlikte bakım verenin ihmalkar ya da tutarsız tutumları durumunda güvensizlik duyguları köklenebilir. Unutulmamalıdır ki, bebeklik dönemindeki güven sadece bir “duygu” değil, aynı zamanda bir “nörolojik altyapı”dır. Güven ve sevgi duygusuna sahip olarak büyüyen bebeklerin beyinlerinde stresle baş etmeyi sağlayan sistemler daha sağlıklı geliştiğini gözlemliyoruz. Kısacası bu kritik dönemdeki bağlanma sürecinin bireyin yalnızca çocukluk döneminde değil, hayatının geri kalanında da sosyal ilişkilerinin temelini oluşturduğunu düşünüyorum.
“EBEVEYNLERİN YAKLAŞIMI YAPICI OLMALI”
· Özellikle 2 yaş ve sonrası çocuklarda görülen “iktidar mücadelesi” yaklaşımını hangi belirtiler doğrultusunda değerlendirmeliyiz?
Bu soru çocuk gelişiminin hem en çok yanlış anlaşılan hem de ebeveynleri en çok zorlayan dönemlerinden birine ışık tutuyor. “İktidar mücadelesi” olarak tanımlanan davranışlar, aslında çocuğun gelişimsel olarak bağımsızlaşmaya çalıştığı bir sürecin yansımasıdır. 2 yaş civarı çocuklar için sıklıkla “2 yaş sendromu” ifadesi kullanılır ancak bu kavram gelişimsel olarak çok daha derin bir süreci tarif eder. Ben, 2 yaş sendromunu “çocuğun kişilik inşasının ilk tuğlaları” olarak adlandırıyorum. Bu dönemde çocuklar, kendi iradelerini fark etmeye ve bu iradeyi dış dünyaya yansıtmaya başlarlar. Yani artık sadece “dıştan yönetilen” bir varlık değil, “kendi kararlarını vermek isteyen” bir birey olma yolundadırlar. Bu bireyselleşme çabası beraberinde, günlük yaşamda sık sık “hayır” deme, sınırları zorlama, inatlaşma, öfke nöbetleri gibi davranışları da getirir. Beynin ön loblarının hızla geliştiği bu dönemde çocuk, kendi iradesinin farkına varıyor ama bunu nasıl kullanacağını bilemiyor. “Yemeğini yesen iyi olur” önerisine “Hayır” derken aslında “Benim de fikrim var” demek istiyor. Dışarıdan bakıldığında bu bir iktidar mücadelesi gibi görünse de aslında çocuğun gelişen benlik algısının bir parçasıdır. Bu davranışları değerlendirirken ilk yapılması gereken şey, bunların “kötü niyetli”, “inatçı” ya da “manipülatif” davranışlar olmadığını bilmek ve çocuğun gelişimsel bir aşamadan geçtiğini unutmamaktır. Çünkü bu dönemde çocuk, kendi varlığını ortaya koymak ister ama henüz duygularını ve dürtülerini yönetebilecek kapasiteye sahip değildir. Bu da onu sıklıkla hem içsel hem dışsal çatışmalara sürükler. Çocuk aslında “Ben kimim, neleri yapabilirim, neye gücüm yeter?” gibi soruların cevabını deneyimleyerek öğrenmeye çalışır.
Ebeveynler için bu süreç zorlayıcı olabilir; çünkü çocuk artık sadece bakım isteyen bir varlık olmaktan çıkmış, karar almak, yön vermek ve belirleyici olmak isteyen bir bireye dönüşmeye başlamıştır. Bu noktada ebeveynin yapıcı yaklaşımı kritik önem taşır. Aşırı kontrolcü ya da tamamen sınırsız bir tutum, çocuğun ya kendini bastırmasına ya da hiç sınır tanımayan bir birey haline gelmesine neden olabilir. Bunun yerine, çocuğun bu bireyselleşme çabasına saygı duyan ama aynı zamanda tutarlı sınırlar koyan bir yaklaşım tercih edilmelidir.
· İstediğini ağlayarak yaptıran çocuğa nasıl davranılmalı?
Ağlayarak istediğini yaptırmaya çalışan bir çocuğa yaklaşırken, hem çocuğun duygusal ihtiyaçlarını anlamak hem de bu davranışın uzun vadede pekişmesini önlemek önemlidir. Öncelikle, çocuğun neden bu şekilde tepki verdiğini anlamaya çalışmak gerekir; bu, onun kendini ifade etme becerilerinin henüz tam gelişmediğini gösterebilir. Bu durumda, sakin bir şekilde onun duygularını kabul edip adlandırmak aynı zamanda ise sınırı korumak gerekir. “Şu an üzgün olduğunu görüyorum, ama bu şekilde istediğini elde edemezsin” gibi net bir mesaj vermek etkili olabilir. “Çok üzüldüğünü görüyorum, o çikolatayı çok istiyorsun ama bugün almayacağız” diyerek hem duygusunu anladığınızı gösterin hem de kararlı durun. Ayrıca, çocuğa alternatif ifade yolları öğretmek önemlidir. Örneğin, “İstediğin şeyi sakin bir şekilde anlatırsan, seni daha iyi anlayabilirim” diyerek ona doğru bir model sunabilirsiniz. Bu süreçte tutarlı olmak, çocuğun ağlama davranışının işe yaramadığını anlamasını sağlar. Eğer ağlama devam ederse, sakin kalmak ve dikkatini başka bir aktiviteye yönlendirmek, durumu daha az stresli hale getirebilir. Son olarak, olumlu davranışları pekiştirmek, çocuğun doğru yollarla iletişim kurmasını teşvik eder. Örneğin, sakin bir şekilde konuştuğunda onu övmek veya küçük bir ödül vermek, bu davranışın tekrarlanma olasılığını artırır. Bu yaklaşımlar, çocuğun hem duygusal gelişimini destekler hem de ebeveyn-çocuk ilişkisinde daha sağlıklı bir iletişim ortamı oluşturur.
· Fiziksel rahatsızlık dışında “sürekli ağlayan çocuk” için pedagog desteği hangi şartlarda alınmalıdır?
Çocuklarda ağlamanın gelişimsel sürecin doğal bir parçasıdır ancak bazı durumlarda bu gözyaşları; bazen dikkat çekme, isteklerini elde etme gibi davranışsal motivasyonları da barındırabileceği gibi altında yatan daha derin mesajlar taşıyabilir. Özellikle yaşıtlarına kıyasla çok daha sık ve uzun süreli ağlama nöbetleri yaşayan çocukların, duygu düzenleme becerilerinde zorluk yaşadığını söyleyebiliriz. Öncelikle çocuk doktoruyla görüşerek fizyolojik nedenleri elemek gerekiyor. Ardından 2 hafta boyunca ağlamayı tetikleyen durumları not almak faydalı olacaktır. Fiziksel rahatsızlık dışında sürekli ağlayan bir çocuğun durumu, yaşadığı duygusal zorluklar veya gelişimsel ihtiyaçlardan kaynaklanabilir; bu durumda uzman desteği, çocuğun davranışlarının uzun süre devam etmesi, günlük işlevselliğini belirgin şekilde etkilemesi ve ebeveynlerin bu durumu yönetmekte zorlanmaya başlaması gibi koşullarda değerlendirilebilir. Örneğin, çocuğun ağlamalarının okulda veya sosyal ortamda uyum sorunlarına yol açması, başka davranışsal problemlerle birlikte görülmesi ya da ebeveyn-çocuk ilişkisinde aşırı gerilim yaratması durumunda uzman yardımı almak, sorunun temel nedenini anlamak ve uygun müdahale stratejileri geliştirmek için etkili bir adım olabilir.
“ÇOCUKLARI EMİR KİPİYLE YÖNLENDİRMEYİN”
· Birçok ailede göze çarpan; “yapma, ağlama, getir, sus” gibi emir kipleriyle iletişim kurmanın, ileri dönemlerde çocuğa etkileri ne olur?
Çocukların gelişim sürecinde, iletişim şekli son derece önemlidir. Özellikle erken yaşlarda, çocuklar çevrelerinden aldıkları dilsel ve duygusal uyaranlarla dünyayı anlamaya başlarlar. Aileler, genellikle çocuklarına isteklerini iletmek amacıyla basit ve net cümleler kullanmaya eğilimlidir. Ancak “yapma”, “ağlama”, “getir”, “sus” gibi emir kipleriyle iletişim kurmak, uzun vadede çocuğun psikolojik ve sosyal gelişimi üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir. İlk olarak, bu tür emir kipleri, çocuğun kendisini ifade etme şekli üzerinde sınırlayıcı bir etki yapabilir. Çocuklar, kendilerini ifade etmenin ve duygusal ihtiyaçlarını dile getirmenin sağlıklı yollarını öğrenmelidir. Sürekli olarak “yapma” veya “sus” gibi emirlerle karşılaşan çocuklar, duygusal tepkilerini ve düşüncelerini dışa vurma konusunda güçlük yaşayabilirler. Bu durum, özgüven eksikliklerine yol açabilir ve çocuğun kendisini ifade etme becerisi zayıflayabilir. Emir kipleriyle iletişim, aynı zamanda çocuğun özsaygısını da zedeleyebilir. Sürekli olarak “sus” ya da “ağlama” gibi direktifler alan çocuk, duygularının ve düşüncelerinin geçersiz olduğunu hissedebilir. Bu durum, çocuğun duygusal regülasyon becerilerini geliştirmesini engelleyebilir ve ilerleyen yaşlarda daha fazla içe kapanıklığa, özgüven eksikliğine veya duygusal zorluklara neden olabilir.
Bunun yanı sıra, bu tür emirler çocukların problem çözme yeteneklerini de olumsuz yönde etkileyebilir. Çocuklar, emir kipiyle sürekli yönlendirildiklerinde, kendi başlarına düşünme, analiz yapma ve çözüm üretme konusunda zorluk yaşayabilirler. Bu durum, ileriki dönemlerde çocukların bağımsız düşünme ve karar verme becerilerinin gelişmesini engelleyebilir. Ayrıca, ebeveynlerin bu şekilde sürekli emir kipiyle iletişim kurmaları, çocuğun toplumsal ilişkilerinde de zorluklar yaşamasına neden olabilir. Çünkü sağlıklı bir iletişim, karşılıklı anlayış ve empati gerektirir. Çocuk, sürekli olarak emir alarak büyüdüğünde, sosyal ortamlarda da aynı tarzda iletişim kurmaya yönelebilir. Bu da yaşıtlarıyla sağlıklı ilişkiler kurmada zorluk yaratabilir. Emir diliyle büyüyen çocuklar, okul çağına geldiklerinde ya arkadaş ilişkilerinde aşırı baskın davranışlar sergiliyor ya da tam tersine kendini hiç ifade edemeyen pasif bir rol üstleniyor.
“YEMEK SAATLERİNİ DÜZENLİ HALE GETİRİN”
· Yine birçok ailenin, “çocuğum yemek yemiyor” sorununa karşı, çocukları beslerken doğru davranış biçimleri hakkında bilgi verir misiniz?
İlk olarak, sakin ve tutarlı bir yaklaşım sergilemek çok önemli. Çocuklar yemek yeme konusunda isteksiz olduğunda, ebeveynlerin sinirli ya da endişeli bir tutum sergilemesi durumu daha da zorlaştırabilir. Bu nedenle, yemek saatlerini bir zorunluluk değil, keyifli bir deneyim olarak görmek gerekir. Çocuğa yavaşça, kararlı bir şekilde yaklaşmak, yemek zamanlarını daha huzurlu hale getirebilir. Zorla yemek yedirmek, çocukların yemekle ilgili olumsuz bir tutum geliştirmelerine neden olabilir. Bunun yerine, yemek saatlerini stresli bir deneyim değil, keyifli ve rahatlatıcı bir süreç olarak sunmak çok daha sağlıklı olacaktır. Televizyonu kapatıp ailece masaya oturmak, yemeği bir ritüele dönüştürmek fayda sağlayacaktır. “Yemeğini bitir” baskısı yerine, “Bu brokoli sana ne hatırlatıyor?” gibi sohbetlerle çocuğun ilgisini çekmek etkili olabilir. Bir diğer püf nokta ise çocukları mutfağa dahil etmek. Salata malzemelerini yıkamak veya sandviç hazırlamak gibi küçük görevler verildiğinde, kendi emeği olan yemeği reddetme olasılığı düşüyor. Yemek saatlerini düzenli hale getirmek de oldukça etkili bir yöntemdir. Çocuklar, ne zaman yemek yiyeceklerini bilmelidir. Düzenli yemek saatleri, onların güven duygusunu artırır ve yemekle olan ilişkilerini düzene sokar. Ayrıca yemek aralarında abur cubur tüketilmemesi de çocuğun iştahını dengede tutmaya yardımcı olacaktır. Pozitif bir dil kullanmak, çocukların yemek yemeye istekli olmalarını sağlar. “Yemek yedikten sonra parka gidebiliriz” gibi olumlu cümlelerle motivasyon sağlamak, çocuğun yemek yeme sürecini daha eğlenceli hale getirebilir. Bunun yerine, “Yemek yemezsen oyun oynamayacaksın” gibi olumsuz ifadelerden kaçınılmalıdır. Çocukların seçim yapabilme yeteneği de önemlidir ancak bu seçimlerin belirli sınırlar içinde yapılması gerekir. Çocuklar bazen yemekle ilgili seçimler yapmada aşırı özgür bırakıldıklarında, sağlıklı beslenme alışkanlıklarını edinmekte zorluk yaşayabilirler. Yemek sırasında çocuğa birkaç seçenek sunmak, onun bu süreci daha aktif hale getirmesine olanak tanır. “Bugün sebzeli bir yemek tercih ediyorsun, yanında ne olsun? Makarna mı, pilav mı?” gibi seçenekler sunmak, çocuğun sağlıklı seçimler yapmasına yardımcı olabilir ve çocuğun yemeği kabul etmesini kolaylaştırabilir. Yeni yiyecekleri tanıtmak için ise sabırlı olmak gerekir. Çocuklar, daha önce sevmedikleri yiyecekleri zorla yedirmek yerine, bu yiyecekleri zamanla ve küçük porsiyonlarla tanıtmaktan fayda sağlar. Eğer çocuk bir yiyeceği reddederse, tekrar denemek için acele edilmemelidir. Bu süreç, çocuğun damak zevkini geliştirir. Aile içindeki model olmak da çok önemlidir. Çocuklar, aile üyelerini taklit ederek öğrenirler. Sağlıklı yemek alışkanlıkları gösteren bir ebeveyn, çocuğunun da bu alışkanlıkları kazanmasına yardımcı olur.