Ebru APALAK
Yeni eğitim öğretim yılının ilk haftasını geride bırakırken Eğitim ve Bilim İşgörenleri Sendikası (Eğitim-İş) Genel Başkanı Kadem Özbay’la eğitimin sorunlarıyla Millî Eğitim Bakanlığı'nın (MEB) yeni uygulamalarını konuştuk. Başkan Özbay, Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in uygulama ve gelecek planlarını baskentgazete.com.tr’ye değerlendirdi.
Millî Eğitim Bakanı Yusuf Tekin Türkiye'de 68 bin öğretmene ihtiyaç olduğunu söyledi. Türkiye'de ne kadar öğretmene ihtiyaç var?
Yapılan açıklama, uygulamalarıyla çelişen bir açıklama. Son yıllarda 100 bine yakın ücretli öğretmen alınıyor. Özellikle güvencesiz istihdamın istihdam politikası hâline geldiğini görüyoruz. Her yıl 100 bine yakın öğretmen alınmasına rağmen sınıflar kalabalıksa, ikili eğitim devam ediyorsa 100 binin üzerinde öğretmen ihtiyacı var. Sayıştay raporlarında 2016 veya 2018’de 138 bin ihtiyacı ifade etti. Öğrenci sayısı ve okul binalarındaki artışın çok fazla olmadığını, yıkılan binaların yerine yenilerinin yapılmadığını düşündüğümüzde bu sayının arttığını tahmin etmek mümkün. Kamu Personel Seçme Sınavı’na bu yıl öğretmen olma umuduyla girenlerin sayısı 550 binin üzerinde. Yükseköğretim Kurulu’nun son açıklamasına göre eğitim fakültelerinin dışında birçok fakültede seçmeli formasyon dersleri üzerinden ‘Öğretmenlik yapabilir’ unvanının verileceğinin ilân edildiğini biliyoruz. Yüzün üzerinde eğitim fakültesi var, ilgili diğer fakülteleri eklediğimizde 200’ü geçiyor. Eğitim fakültelerinden her yıl 100 bin geliyor. Depremde ‘müjde’ olarak verdiklerine bakıyoruz: 45 bin. Genel olarak 25-30 bin ortalamasında öğretmen atanıyor. Her yıl emeklilik, istifa ve çeşitli sebeplerle eğitim dışına çıkan eğitim çalışanlarına baktığımızda onların sayısı kadar ya da ondan biraz fazla öğretmen atamasıyla geçiştiriliyor. Üniversitelerde biriken öğretmenlerle bir milyona yakın atama bekleyen öğretmen var. Bakan, 68 bini neye dayandırarak veriyor? Gerçeğe dayanmadığı ve gerçek bir veri olmadığı kesin.
“NEDEN BÖYLE KURUMLAR VAR?”
Bakanlığın yeni eğitim öğretim yılındaki uygulamalarından izinsiz ve denetimsiz okullarla ilgili QR kod uygulamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İzinsiz, sözde eğitim kurumlarının sayısı arttı. Neden arttığına bakmak lâzım. MEB, artık merdiven altı ya da merdiven üstü her ne olursa olsun eğitim yapılabilmesi açısından uygunluğu olmayan, izinsiz yerlerden bahsediyor. Pedagoji bilimi adı üzerinde pedagoji. Öğretmenler, çocuklara yaklaşım açısından eğitimden geçiyor. Okul öncesinde bir çocuğa işaret ederek renkleri anlatıyoruz, önlerine boncuk ve nesneler koyarak saymayı öğretiyoruz. “Soyut düşünce aşamasına geçmedi, somut aşamada” diyoruz. Her bir yaş grubunun ya da ergenlik döneminin kendine özel yaklaşım tarzları vardır. Öğretmenler eğitim ortamlarını bunlara uygun şekilde hazırlar. Eğitim ortamları böyle her önüne gelenin yapabileceği bir şey olarak değerlendirilmemeli. Eğitim, bir berberin saç kesmeyi öğretmesi değil, o bireyin bütün yönlerini kapsayan bir şey. Yasalarda da tarif edildiği üzere 18 yaşın altındaki her bir çocuk ve gencin eğitiminin MEB’in denetiminde olması lâzım. Eğitim öğretim hakkının sağlanması, MEB’in kontrolünde olmalı. Neden böyle kurumlar var? Bu kurumların sayısı neden arttı? Soruyu doğru sorarsak çözüme gidebiliriz. Merdiven altlarında denetimsiz kurum açanlarla ilgili yaşanan herhangi bir sorunda Türk Ceza Kanunu’ndaki hapis cezası dahil ağır yaptırımlar tamamen kaldırıldı. Bu tarz eğitim kurumları açmak kolaylaştırıldı. Bir tarikatın sözde eğitim kurumunda çocuğun istismara uğradığını, intihara sürüklendiğini görüyoruz. Bunun sebepleri; hem denetimin doğru yapılmaması hem de cezâî hükümlerin kaldırılması. Buna zemin hazırlandıktan sonra “Dostlar alışverişte görsün” misali, neden QR koda ihtiyacımız var? Devletin görevi; kamusal bir hizmet olan eğitimi sağlamak. Bu kodla “Burası izinli, burası değilmiş” gibi gösterilmeye çalışılıyor. Ankara'nın, İstanbul'un göbeğinde cemaat ve tarikatların sözde eğitim kurumları olduğunu çok iyi biliyorlar. Bu eğitim kurum ve ortamlarının çocuklarımıza yaklaşmasından kurtarmak lâzım. Çocuklarımızı korumak, vatanı korumaktır. Vatanı korumak, çocukları korumaktır.
MEB’in yaşama geçirdiği müdür, öğretmen ve veliler arasındaki randevu sisteminin Türkiye'deki eğitim sistemine katkısı ne olur?
Okullar genel olarak çok kalabalık. Özellikle merkezde iki-üç bin öğrencinin olduğu okullar var. Bin öğrenci varsa anne ve babayla düşündüğümüzde iki bin veliden bahsediyoruz. Anne babalar ayrı ayrı ziyaret etmek isteyebilir. Bu kadar insanı randevuyla organize edebilmenin çok zor olacağı açık. Okullar güvenlik açısından her önüne gelenin rahatlıkla girebildiği yerlerde olmamalı. Randevu alma fikri, öğretmenin kendi ders programına göre planlaması açısından doğru. Kalabalık okul ve derslik sorununu çözemediğimiz, öğretmen başına düşen öğrenci ve veli sayısını makul bir seviyeye çekmediğimiz zaman veliler çocuğunun sınavından sonra aynı anda öğretmenle görüşmek istediğinde o öğretmen her veliye bir randevu vermeye kalksa, muhtemelen sene sonuna kadar her birine randevu vermemiş olur.
Bakanlığın obeziteyle mücadele etmek için her gün tüm okullarda ders başlamadan önce öğretmenlerin öğrencilerine fiziksel etkinlik yaptırma uygulaması öğrencilerin obeziteleriyle başa çıkmada yeterli mi?
Okullarda en az bir öğün yemek hakkını sağlamayan bir anlayışın çocuklar aç ve susuzken fiziksel hareketler yaptırarak obeziteyle mücadele edeceğini söylemesi okullar, öğrenciler ve eğitimden ne kadar bîhaber olduğunu gösteriyor. Birçok çocuğumuzun yeterli beslenemediğini, okul ortamında en azından bir öğün beslenme hakkı sağlanamadığını, bir şişe su içemediğini düşünün. Onların hâlsizliğine, başarısız olmasına, mental olarak odaklanamamasına şahit oluyoruz. Yapılan araştırmalar çocukların sağlıklı beslenememesi sebebiyle çeşitli sağlık sorunlarının arttığını gösteriyor. Obeziteyle mücadele edecekse en az bir öğün yemek ve en az bir şişe temiz suyu çocuklarımıza ulaştırması lâzım. Çünkü eğitim bir binaya, bir sınıfa çocukları sokmaktan ibaret değil. Eğitimin ayrılmaz parçaları beslenme, ulaşım ve barınma. Bunları sağlamadığınız zaman eğitimi nitelikli bir şekilde sağlamış olmuyorsunuz. Bakanlığın ve siyasi iktidarın çocuklarımızın eğitimiyle ilgili bu temel sorunlarla ilgilenmediğini görüyoruz.
Öğrenciler derse girmeden önce cep telefonlarını öğretmenlerine teslim edecek. Bu uygulamayı nasıl buldunuz?
Bugün devlet okullarımızın kaçında bilgisayar laboratuvarı var? Özel okullarda robotik kodlama atölyeleri var. Çağın gerisinde kalamazsınız. Bu çocukların robotik kodlama öğrenmesi lâzım. Çocuk bunları doğru öğrenirse teknolojiyi doğru kullanır. Bunu çocuklara öğretmezsek çocuk elini tableti alır. Tabii ki ilk gireceği siteden “Bir video izleyeyim” olur. Televizyonu açtığınızda bir belgesel seçip izlerseniz bu sizin için yararlı bir cihaz olabilir. Ama sabahtan akşama kadar farklı programlarla geçirirseniz bunun faydası olmaz. Tableti elinize aldığınızda oradan bir bilimsel araştırma da yapabilirsiniz. Bu biraz da o teknolojiyi nasıl kullanacağını öğrenmekle alakalı. Doğru kullanırsanız insanların yararına olur. O nedenle teknolojinin nasıl kullanılacağının okul öncesinden işin uzmanları tarafından öğretilmesi ve eğitim ortamlarında buna yönelik derslerin olması lâzım. Bilgisayar öğretmenlerinin ders saatlerini azalttık. Doğru düzgün kullanacak bilgisayarlarımız yok. Çocuklar daha küçük yaşta bunları nasıl kullanılacağıyla ilgili bir eğitim sürecinden geçmediği için çok da gerçekçi değil. Okullardan, eğitimden, çocuklardan bîhaber. Genelgeyle, talimatla işi düzelteceğini zannediyor.
“KURALSIZLIK KURAL; SİSTEMSİZLİK SİSTEM HÂLİNE DÖNDÜ”
Bakanın Öğretmenler Odası Buluşmalarına katılan Eğitim-İş üyesi öğretmenler size nasıl aktarım yapıyor?
Bakanın öğretmenlerle bir arada olması güzel bir davranış. Gerçekten samimi olarak yapılan buluşmalar mı yoksa kamuoyuna fotoğraf vermeye yönelik mi? Bakan, kendisinden üç ay önceki bakanın yaptıklarını tabiri caizse gömüyor. Siyasi iktidarlar değiştiğinde bakanlarla reform söylemleri ve değişikliklere alışmıştık. “Bu siyasi partinin eğitime bakışı bu” diyorduk. Bakanlığın şu ana kadar Eğitim-İş’li öğretmenlerle eğitime dair herhangi bir konuda bir diyaloğunu görmediğim gibi öğretmen, öğrenci ve veliler birçok talebini yazılı olarak gönderdiklerinde sağlıklı bir cevap alamıyoruz. Eğer samimilerse Bakan’la hemen yan yana gelelim. O kalabalık okulları, temiz olmayan tuvaletleri, 1000-2000 kişilik okullarda bir yardımcı personelin olmadığını, öğretmenlerin nice sorunlarını anlatayım. Gerçekten talepleri dinlemek istiyorsan, ziyaretlerin amacı buysa biz varız. Eğitim-İş Genel Başkanı olarak bütün sorunları hiç eğilip bükülmeden anlatmaya hazırız. Yeter ki dinlemek istesinler. Dinlemek de yetmez, çözüm üretmek lâzım.
“TEŞHİS VE TEDAVİ DOĞRU OLURSA İYİLEŞME SAĞLANIR”
Açık lise kayıtlarındaki artış, Türkiye'deki lise eğitimine dair size neler düşündürüyor?
Açık lise, örgün eğitim içerisinde olamaz. Yaygın eğitim sürecinin içerisinde olur, yetişkinler içindir. Zorunlu eğitim çağındaki, 18 yaşına kadar olan çocuğun okulda olması öncelenir ama çocuğu okulun dışına itiyordu. Neden itiyordu? Bu sebeplere bakmak lâzım ve çocuk yoksul olduğu, ailesi çalışmak zorunda olduğu için okulun dışına gidip geliyordu. Diplomayı dışarıdan alıp çalışıyordu. Bu sorunu ortadan kaldırmadan genelgelerle, talimatlarla kalkmaz. Teşhis ve tedavi doğru olursa iyileşme sağlanır. Çocuklar neden açık liseye gidiyordu? Bu sorunun cevabını Bakanlık vermiş değil ya da bilerek vermiş değil. Bundan önceki Bakan döneminde bunun sayısı çok arttı. Bu bakanın açık liseyle ilgili söylemi doğru ama yetersiz. Eğitim ortamlarında bunu talimatlarla çözemeyiz. Okullar arasında derin fark ve uçurumlar var. Örneğin; bir fen lisesini ölçme ve çocuğu ölçme değerlendirmeyle meslek liselerini ölçme değerlendirme kriterleri aynı olamaz. Çünkü o okuldaki çocuğun başarı durumunun akademik anlamı diğerinden farklı. Bu kadar çok sorun varken yalnızca yazıyla, talimatla onu çözemiyorsunuz.
Eğitime yönelik kararlarınızı akşamdan sabaha alamazsınız. Eğitimin bileşenleriyle tartışır, konuşursunuz. “Bu kararı uygulamalıyız.” dersiniz. Ama bu kararı uygularken kamuoyunu o kararla ilgili bilgilendirirsiniz, ona göre kendilerini hazırlamalarını istersiniz. Teşhis ve tedavide eksiklikleri olsa da karar kısmî olarak doğru. Açık lise, zorunlu eğitim çağında ancak destekleyici bir eğitim sistemi olur.
“BİZİM OKUL, O OKULA MI TAŞINACAK?”
Bakanlığın depremden etkilenen şehirlerdeki faaliyetlerini yeterli buluyor musunuz?
Yeterli bulmuyoruz. Çünkü şube başkanlarımızla konuştuğumuz kadarıyla deprem bölgesinde hâlâ eğitimle ilgili genel sorunlar var. Su ve hijyen sıkıntılarının yaşandığını, çevre kirliliğinin had safhada olduğunu, yıkımlar devam ederken çok büyük özen gösterilmediğini, molozlar kaldırılırken şehre yukarıdan baktığınızda yerleşimlerin âdeta bir toz bulutu içerisinde olduğunu, öğrenciler okullara girdiklerinde bu toz bulutunun içerisinde kalacaklarını, buranın ileride halk sağlığı açısından ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğunu, birçok yerde toplu taşıma açısından sıkıntı olduğunu söylüyorlar. Eğitim öğretim başladığında öğrenci ya da öğretmenlerin bulundukları yerlerden okullara taşınması gerekirse ulaşımdaki sıkıntılar sebebiyle sorun yaşayacağını ifade ediyorlar. Barınma sorunu hâlâ devam ediyor. Yeni atanan öğretmenlerin yer bulamama sorunu var. Konteyner verileceği söyleniyor. Önceki yıllarda bin-iki bin liraya tutulabilen evlerin kiralarının 20-25 bin liraya ulaştığı söyleniyor. MEB, bununla ilgili bir genelge yayınladı. Genelgede “Deprem bölgesine yeni atanan öğretmenlerle ilgili ekip ve komisyonlar kurulup onlara rehberlik edilsin” diyor.
Hatay üzerinden örnek verecek olursak; Antakya merkezde sağlam kalan ender okulların Valilik, Defne’de kaymakamlık, Emniyet için kullanıldığını görüyoruz. Şu anda bu binaların hâlâ eğitim öğretime açılmadığı görülüyor. Barınmadan ulaşıma kadar birçok kritik sorun çözüm bekliyor. Deprem bölgesindeki eğitim çalışanlarıyla ilgili şartsız bir tayin hakkı, bölgeye gitmek isteyenlere de çeşitli avantajlar sağlanması gerektiğini söyledik. Sorunları çözüyormuş görüntüsü vermek değil, orayı teşvik etmek gerektiğini söyledik. İlâve bir ekonomik destek sağlanabilir. Çalıştığı süre için iki üç kat hizmet puanı verilebilir. Gönüllülük üzerinden değil de teşvik üzerinden bunların yapılması, psikolojik olarak etkilenen eğitim çalışanlarının tayin hakkının verilmesi gibi birçok şeyin altını çizmiştik. Bu da çok dinlenmedi.
Deprem bölgesine gittiniz mi?
Deprem bölgesinde üç defa bulundum. Hem bölgeden gözlemlerimiz var hem de bu sene başında bölgedeki görevli başkanlarımızla ayrı bir toplantı ve değerlendirme yaptık. Bütün illerdeki eksiklik ve sorunlardan, üniversitelerdeki barınma sorununa, öğrenci ve okulların durumundan oradaki eğitime dair genel ve özel sorunlarla ilgili bir raporu kamuoyuyla paylaşacağız. Bölgede bir aksilik olmaz, raporumuz tamamlanırsa eğitim öğretimin ilk haftasından sonra “Bakın, ilk hafta nasıl geçti?” diye raporumuzu paylaşacağız.