Severek okuduğum romanlardandı Celal Hafifbilek'in 'Kasaba'sı…

Trevanian'ın da Türkçe'ye 'Kasaba' adıyla çevrilen bir romanı var.

Olcay Şeker'in gerilim türündeki ikinci romanı da 'Kasaba' adını taşır. Geçen yılsa Mine Bay 'Kasaba' adlı bir roman yayımladı.

Benimse 'Kasaba' deyince önce bir şair gelir usuma:

Nedret Gürcan.

Dinar'ın (Afyon) adını edebiyat dünyasına duyuran 'Şairler Yaprağı'nın (1954 – 1957) yayıncısı.

1931 doğumlu. İkinci Dünya Savaşı öncesinde, çocukların yoksulluk ve sıtmayla boğuştuğu yıllarda yaşamış çocukluğunu. O yılları, yalın ve yürek sarsıcı dizelerle şöyle anlatır 'Sıtma' şiirinde 'Ve bataklıkla kuşatılmış / Sıtmayla yatıp kalkan kasabam' diyerek:

'Çocuktum; hiç unutmam: / İçimiz dışımız yeşil kinin / Yanaklarımız nar gibi kızarır yanardı / Üşür ürperirdik sırtımızdan. // Annemiz baş ucumuzda / Elinde kar suyuyla ıslatılmış / Sümerbank tülbenti / Bir koyar, bir alırdı alnımıza. // Uçaklar nasıl havalanır uçardı / Bilmezdik ama / Ateşimiz kırka yükselince / Düşlerimize çarpar düşerdi / Odanın tavanından yorganımıza.'

***

'Taşra uzun bir zamandır, bir ömür törpüsüdür...' der Gürcan. Öyle 'memuriyet nedeniyle birkaç yıl yaşamak' ya da gezip görmek yetmez. O ise, taşranın koynunda yaşamıştı hep. Şair ve yazardır ama bir iş insanı, politikacı ve gazeteci olarak da taşranın nabzını tutmuştu. Taşrada biriktirdiği anılarını da yazıp yayımladı üstelik. 'Benim Sevgili Taşram' ve 'Yaşanmış Taşra Öyküleri' adlı kitaplarda.

İlk kitabında, edebiyatçı dostlarıyla yaşadıklarını anlatmıştı daha çok. Bununla birlikte, son bölümünde, Dinar tarihinde acılı bir yeri olan büyük depremle ilgili anılarına da yer vermişti.

Zaten anılarını yazma düşüncesi de 1995 yılındaki Dinar Depremi'nden sonra doğmuştu onda:

'...bir boşluğa düşmüş gibiydim: Kendi işimizden emekli olma yolunu seçtim. Böylece zamanı rahatça kullanabileceğim bir ortam doğdu. Artık ciddi olarak edebiyata sarılmam gerektiğini düşündüm.'

Anılarını yazmaya başlamış ama… Sancılı bir süreç olmuş bu!

Niye mi?

Edebiyata ilgisi 1948 yılında başlamış. Onca yıl akıp giderken, binlerce not, belge, günlük birikmiş. Bunların hepsini çıkarmış ortaya. Dahası, yüzyıl geriden, ailesinden kalanları da... Artık sararmış siyah beyaz fotoğrafları... Bunları ortaya döküp, ayıklayıp, sınıflayıp yazmaya girişmiş.

Bakın nasıl anlatıyor bu durumu:

'Bu birikimimi tozdan kurtarmak için ne zaman elimi atsam bir ürküntü geliyordu başlangıçta. Ya aşmak zorunda ya da yolumu değiştirmek durumunda olduğum bir dağ çıkmıştı önüme. Anılar bazen gözyaşartıcı, bazen güldürücü ve düşündürücü yüzüyle yıllar sonra defter sayfalarından kurtulmak, gün ışığına çıkmak istiyor gibiydiler.. Ve de yazılmış, ama işlenmemiş binlerce dize şiirleşmek için beni bekliyordu. Onca yılda el yazımın kaç şekle girdiğini, kaç renk mürekkep değiştirdiğini de görüyordum...

Açtığım her paket, her dosya beni alıp içinden çıkılmaz bir kuyuya indiriyordu sanki... Birkaç kez yok etmeyi düşündüm. Bu birikimi zaten yayımlamak için tutmuyordum. ...aileme, işime ve sevdalısı olduğum edebiyata olan saygımdan atamıyorum, saklıyordum.'

Yılların birikimi bir dağ gibidir karşısında. İçinden çıkamayacağı düşüncesine kapılsa da zaman zaman, edebiyatçı dostlarının da etkisiyle, bundan vazgeçer. Aylarca sürmüştür ayıklama yapması. Sonra, bunca yılın ardından bilgisayar bile öğrenmiştir. Her gün üç beş saatini bilgisayar başında geçirmeye başlamıştır.

***

Bir gün kara toprak örttüğünde üstünü, bunca birikim de kendisiyle birlikte toprak altına göçmesin istemiş. Bütün çabası bunun için....

Bundandır ki, iki kitapla da yetinmedi Gürcan. Ankara'nın dergisi Sincan İstasyonu'nda sürdürdü anılarını yazmayı…

Yine bu dergide yayımlanan 'Nedret Gürcan'ın Dünyası' başlıklı yazısında (Eylül – Ekim 2017, Sayı: 91) Hayrettin Dumuş diyordu ki:

'Pek çokları onun yaşadığının farkında olmasalar da o sessiz sedasız yaşayıp gitmektedir Ankara'da. Hem de Rüştü Onur'un dediği gibi kovandaki arıya, yuvadaki kuşa zarar vermeden şapkasının altında.'

Eylül'le birlikte, Karşıyaka'da (Ankara) sessiz sedasız örttü üstünü kara toprak.

Yazdıkları, dizeleri, kaleme aldığı tanıklıklar kaldı geleceğe…