Bazı insanların yaptıklarına, geride bıraktıklarına bakınca yeryüzündeki konukluğu oldukça uzun sürmüş, yüz yaşına merdiven dayamışken ölmüş sanırsınız.

Tahsin Saraç onlardan birisidir işte. 1989 yılında yitirdiğimizde yalnızca 59 yaşındaydı oysa… Günümüzdeki ortalama ömür süresine göre epeyce erken bir ölüm.

1930 yılında Türkiye'mizin kıtlık yıllarında (Yalnız Türkiye'mizin mi? Dünyamızın kıtlık yıllarında) başlayan yaşam serüveni, ki oldukça acılı bir serüvendir bu, 1989'da Ankara'da noktalanıvermişti.

Ne çok şey kaldı ondan bize!

***

Yalnızca kendi şiir dünyasına gömülmeyip, başka şairlerin, yazarların çalışmalarına emek verenlere ayrı bir saygı duyarım. Saraç da onlardan birisi…

Türk edebiyatının ufkunun genişlemesine bir katkı olarak Rimbaud'u okuduk onun Türkçesiyle… Giraudoux'u, Camus'yu…

Fransız edebiyatseverler de yine onun çabasının sonucunda birçok Türk şairini, yazarını tanıdı…

Yunus Emre'yi, Fazıl Hüsnü Dağlarca'yı, Orhan Asena'yı, Adalet Ağaoğlu'nu…

Şiir kitaplarının, çevirilerinin yanısıra Fransızca Türkçe Büyük Sözlük de ondan bize bir armağan değil mi?

***

Ondaki bu Fransızca tutkusunun nedeni ise, ortaokul yıllarında karşılaştığı Fransızca öğretmeni Mehmet Cevdet Karlıdağ. Karlıdağ onda Fransızca tutkusunu yaratıp ateşlediği gibi, modern edebiyatla erken tanışmasını da sağlar.

Lise sonrasında Ankara'da Gazi Eğitim Enstitüsü'nün Fransızca Bölümü'ne devam eder. Bu okulu bitirince Fransa'ya gidip eğitimini sürdürmek istese de, kendini Paris yerine Hakkari'de bulur. Orada yaşamının 'en güzel öğretmenliğini' yaptığını söylese de, içindeki eğitimini sürdürme ateşi dinmemiştir hiç. Katır sırtında Van'a gidip dil sınavına girer ve başlar Paris günleri… Sorbonne'da çeşitli kurslara katılır.

Türkiye'ye döndükten sonra bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra Gazi Eğitim Eenstitüsü'nde öğretim görevilisi olur.

Bir taraftan da şiirler yazmakta, çeviriler yapmaktadır. Aydın olmanın gerçekten zor olduğu yıllarda yapar bunu… Sürekli suçlamalarla, ihbarlarla kaşrşılaşmıştır bu nedenle. Evinde aramalar, gözaltılar…

12 Mart günlerinde Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ı evinde saklamakla suçlanır. 'Karşıyaka'nın Üç Gülü' şiirinde şöyle der o da:

'Göverir yeşil bahar yağmurlarında / Denizgülü, Yusufgülü, Hüseyingülü. /… / İnanç bir deliçay ki yeşertir bir gün çölü. // Karşıyakanın üç gülü / Yürek dalıma gömülü'.

12 Eyül sonrasındaki ünlü Aydınlar Dilekçesi Davası'nda yargılananlardan birisi de odur. Şiirle yanıtlar savcıyı:

'Gece susar evren karanlığından / Sızar ışık / Tan konuşur / … / Yaprak susar, kıpırtısız / Yangınlar, kasırgalar dilinden / Bir gün orman konuşur / … / Halk susar / Ozan konuşur'.

Bütün şairlerde olan bir duygudur… Şiir dışında başka alanlarda ürünler verseler de, ille de şair olarak anılmak isterler. Saraç da öyle… Böyle bir soruyu yanıtlarken der ki:

'Bütün ötekileri, o sözlükleri, o çevirileri bir tek dizeme değişmem.'

***

Ölümünün 30. yıldönümünde neden anımsadım, anımsattım Tahsin Saraç'ı?

İzmir'de yayımlanan Kurşun Kalem Dergisi'nın son sayında (Temmmuz-Ağustos-Eylül 2019, Sayı: 53) onunla ilgili bir dosya çıktı karşıma… Dosyayı hazırlayansa Özge Sönmez. Çoktandır anılmıyordu adı Saraç'ın. Onu bir dosya oylumunda anımsatmak okura ne güzel.

Çünkü Özge Sönmez'in klişeleşmiş sözlerden birisi olan 'İnsanı diğer canlılardan ayıran düşünme yetisidir' sözünü anımsatarak, söyledikleri ne kadar doğru:

'Bence insanı diğer canlılardan ayıran en önemli özellik 'vefa' duygusudur. Nadir görülür, yüksek duyarlılık ve ileri duygusal zeka gerektirir. Özellikle günümüz dünyasının; hız, telaş, bir yere yetişme, bir şeyleri yetiştirme üzerine kurulduğunu düşünürsek vefa duygusu çok daha derin anlam kazanır. Çünkü vefa; durup düşünmeyi, soluklanmayı, özlemeyi ve hatırlamayı gerektirir.'