“Tuzlu Ok”, “Dert Dosyası”, “İç Çekişlerimiz”, “Müteessir” kitapları ile tanınan ve Altın Melek Ödülleri tarafından “2025 Yılının Çıkış Yapan Erkek Yazarı” ödülünü alan İbrahim Halil Özdemir, edebiyat dünyasındaki sürecini Başkent okurlarına anlattı. İbrahim Halil Özdemir, başarısındaki sırrı, “Şiirleri en çok sevdiren ve sahiplendiren husus ‘yaşantı’dır. Genellikle duygularımın zirveye ulaştığını düşündüğüm anlarda, yani yoğun bir mutluluk ya da üzüntü yaşadığım durumlarda kaleme aldığım eserlerin daha etkileyici olduğunu tecrübe ettim” diye açıkladı. Sorularımıza samimi yanıtlar veren genç Şair, “Yaptığımız yanlışlara kimsenin, en basit örnekle kendimizin karşı gelmemesi, o yanıltıcı nefis duygusunu meşru hale getirir” diyerek yaşam felsefesini gözler önüne serdi.

●      Sizi tanıyabilir miyiz?

Ben 1998 Şanlıurfa doğumlu olup, 6 kardeşli bir ailenin en büyük bireyiyim. İlk ve ortaokul eğitimimi Direkli ilkokulunda tamamladım. Süleymaniye Anadolu İmam Hatip lisesinden mezun olarak üniversite hayatıma ilk adımımı attım. Harran Üniversitesi Tarih bölümünden mezun olduktan sonra, Atatürk Üniversitesi Çocuk Gelişimi bölümünü uzaktan aktif olarak okumaya devam ediyorum. 

●      Altın Melek Ödülleri tarafından “2025 Yılının Çıkış Yapan Erkek Yazarı” olarak bize şair-yazarlık sürecinizin çıkış noktasını anlatır mısınız?

Benim için tarifi olmayan bir duygu olduğunu belirtmek istiyorum.  Çok mutluyum. Ödülü almamda etkili olan en önemli faktör; bir yerel gazetenin canlı yayın konuğu olarak yer almam ve o yayın sonrasında bazı konuşmalarımın kısa kısa videolar olarak yayınlanması oldu. Bu ödülü almamda yer alan en önemli faktörlerden birisi bu olsa da, sadece o değildi. Bir diğer faktör de kuşkusuz benim için son kitabım “İç Çekişlerimiz”dir. Kitabın kapak tasarımından tutunuz, dizayn ve dizgisine kadar okuyucular tarafından çok güzel dönütlere sebep oldu. Kitabın kişisel eleştiri olması da sanırım ilgiyi uyandıran bir diğer noktaydı.

 “CAHİL İNSAN HER ZAMAN ‘HAKLIDIR”’

●      “İç Çekişlerimiz” kitabınızın ön kapağında yer alan, “Övülmeyi her kişi sever, eleştirilmeyi er kişi…” sözünüzden yola çıkarsak, hem bireysel hem de toplumsal olarak eleştiri kültürümüzde gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ülkemizde bu konunun tartışmaya açık olduğunu düşünmekteyim. Düşünen, araştıran, kendini geliştirmiş insanlar, kendilerine karşı yapılan her eleştiriyi bir ders niteliği varsayarak, var olan problemi düzeltmeye gayret eder. Ancak okumamış, araştırmayan, konuşma esnasında başkasına sıra vermeyen, her şeyi bildiğini zanneden, yahut çok katı gelenekçi insanları eleştirmeniz, başınıza büyük işler açabilir. Cahil insan her zaman haklıdır, o asla yargılanıp eleştirilemez. Bana göre ise en önemli eleştiri insanın nefsine uyguladığı eleştiridir. Bu da nefse kurulan en büyük tuzaktır. Yaptığımız yanlışlara kimsenin, en basit örnekle kendimizin karşı gelmemesi, o nefis duygusunu meşru hale getirir. Bu yüzdendir ki insan, kendini eleştirip, kendisini sorguya çektiği zaman insandır.

  • Feyz aldığınız şair-yazarlar kimler? Onların hangi anlatım tekniğini kendinize daha yakın görüyorsunuz?

Türk edebiyatın yaşayan son şairlerinden olan İsmet Özel, şiir penceresinde yeni bir bakış sergilememe yardımcı oldu. Özel, yazdığı şiirler ile okuyucusunu uğraştıran ve düşünmeye sevk eden ender şairlerden birisidir. Onu genellikle ilk okuyuşta anlayamazsınız, bunun için özel bir çaba sarf etmeniz gerekir. O, anladığınız okuyuştan sonra yeni yeni anlamlar yüklemenizi sağlayıp, size farklı açılar sunar. Şiirlerinde serbest yazı stili kullanması beni de etkilemiştir. İsmet Bey’in yanında iki şair de beni çok etkiler. Biri Abdurrahim Karakoç diğeri de Necip Fazıl Kısakürek’tir. Roman alanında Yaşar Kemal’i rahmet ve saygı ile anarak kalemini ayakta alkışlamak istiyorum. Ülkemizin çok kıymetli şahsiyetlerinden birisiydi. Özellikle düz yazıda üslup olarak Yaşar Kemal’i kendime yakın hissederim. Dünya edebiyatında ise Rus yazarlardan özellikle Dostoyevski benim için duayen isimlerdendir.

 “YAZAR, OKUYUCUYU MERAK ETTİRMEYİ BAŞARMALIDIR”

●      Edebi eserlerinizi sanatseverler ile buluşturmak ile birlikte, bu eserleri güçlü bir yorum ile aktarabilen anlatıcı olarak, edebi metinleri doğru şekilde okuyup yorumlayabilmenin önemi size göre nedir?

Ciddi bir anlatıcı olabilmeniz için bu alana karşı meraklı olmanız gerekir. Profesyonel bir yazar olarak aynı merakı okuyucularınıza da aşılamak gibi bir göreviniz vardır diye düşünüyorum. Burada yazara çok iş düşüyor. Yazar, okuyucuyu merak ettirmeyi başarmalıdır. Bu merak, okuyucular açısından biraz da yalnız kalmayı gerektirir. Yani okumak için bence insanın yalnızlığa alışmış olması lazım. Başı kalabalık insanlar kanaatimce kitaplara çok zaman ayıramıyor. Bu noktada son zamanlarda sıkça karşılaştığım, “kitap okumak artık bir lüks haline geldi” cümlesini tekrar hatırlatmak isterim. İnsanların geçim ve gelecek dertleri ile günlük koşuşturmalar arasına sıkışıp kalması, vakit ayırıp bir şeyler okumak ve düşünebilmeyi bir lüks haline getirdi. Yalnız kalıp kitap okuma alışkanlığını yakalamış insanlar, hem okuma bakımından hem de yorum bakımından zamanla güzel bir seviyeye gelir.

●      İçinde yaşadığımız sosyolojik olayları profesyonelce gözlemleyip kağıda dökebildiğiniz dikkat çekiyor. Özellikle şiirlerinizde beslendiğiniz başka hususlar var mı?

Evet, bunların dışında ilahi aşkı, umudu ve her insanın içinde var olduğuna inandığım “yar” kavramını her zaman kalemimle bütünleştirmeye çalışıyorum. “Yar”ı sadece bir eş olarak düşünmemek gerekir. Bu bir eşya da olabilir, bayrak da, toprak da olabilir... Kalemimi elime aldığımda duygu yüklü şiirlerimin meydana gelmesi, gerçekten yaşadığım ve tanık olduğum olay ve olguları yansıtması açısından önem arz ediyor. Ardından ortaya etkileyici olduğunu düşündüğüm eserler çıkıyor. Bence şiirleri en çok sevdiren ve sahiplendiren husus “yaşantı”dır. Genellikle duygularımın zirveye ulaştığını düşündüğüm anlarda, yani yoğun bir mutluluk ya da üzüntü yaşadığım durumlarda kaleme aldığım eserlerin daha etkileyici olduğunu tecrübe ettim. Bunun en güzel ispatı ise almış olduğum olumlu tepkilerdir.

“ŞİİR DİYE HER YAZILAN METİN ŞİİR DEĞİLDİR”

●      Popülerlik takıntısı halinde bir şeyler yazan, özellikle edebiyat dünyasında “dil deformasyonu”na sebebiyet veren kişilere dönük eleştirileriniz var mı? 

Bu konu bence tartışmaya kapalı bir alandır. İlk etapta şunu çok iyi anlamalıyız ki, şiir diye her yazılan metin şiir değildir. Tarihten günümüze konu bakımından; pastoral, mesnevi, dramatik ve didaktik şiir türleri zenginleşerek gelmiştir. Şiir; hece, aruz ve serbest ölçü olarak yazılan teknik bir yapıya sahiptir. Burada en çok tartışılan konu aslında şiirin “serbest” ölçüde yazılıyor olmasından ileri geliyor. Evet, ben de genellikle şiirlerimi “serbest nazım” ile kaleme almayı tercih eden şairlerden biriyim. Fakat serbest şiirin ismindeki “serbest” kelimesi kesinlikle “kuralsızlık” değildir. Şiirdeki ses ve ahenk unsurlarını çok uyumlu bir şekilde sağlamanız gerekir ki ortaya estetik bir “bütün” çıkabilsin.

●      Edebiyatta kalıcılığı nasıl tanımlıyorsunuz? Bunun kriterleri ne olmalı?

Bana göre kalıcılık, okumak ve yazmaktır. Siz yalnızca yazmak ile uğraşıp yeni şeyler okumazsanız hem kendi içinizde hem de başkaları tarafından bir “kalıp” haline dönüşürsünüz. Hep aynı kalarak yolunuza devam edersiniz. Bu da bir vakitten sonra sıkıcılığı meydana getirir.

●      Geleceğe dönük plan ve projelerinizi anlatır mısınız?

Aslında benim hayallerim yerine dualarım var. Mutlu, sağlıklı bir yuvada kimseye dert olmadan, kimsenin de dert olmamasıyla beraber huzurlu ve kaygının az olduğu bir ülkede yaşamaktır. Ölene kadar yazmaya devam edip, birilerinin hayatlarına dokunmaya çalışmaktır. Son olarak duam ve hayalim Nobel Edebiyat Ödüllerinin arasında ülkem adına benim adımın geçmesidir. 

Kaynak: BAŞKENT GAZETESİ-TOLGA ALCA