İki güzide sanatçı evlendikleri 1973 yılından bu zamana kadar geçen yarım asırda hep birlikte çalışma yaptılar. Ama çalışmaların da birbirlerini hep ileri götürecek sertlikte eleştirdiler. Öyle olunca ortaya birbirinden güzel eserleri sergilediler.
Geçtiğimiz haftalarda Emin Antik Sanatevi’nde yeni sergilerini açan Muteber ve Yusuf Demirtaş ikilisi www.baskentgazete.com.tr’ye hayat öykülerini anlatırken, biz de onların eserlerini el ele fotoğraflama imkanı bulduk.
Kayseri’de iken resim sanatına gönül veren Yusuf Demirtaş, Pazarören Öğretmen Okulu’na gidiyor. Burasının en büyük özelliği Köy Enstitüsü’nün devamı oluşu. Enstitü kapanınca öğretmen okuluna dönüşüyor. 1964 yılında başlıyor buraya. 6 yıllık öğretmen okulunun orta kısmını bitirdikten sonra İstanbul Resim Semineri Öğretmen Okulu’nun bünyesindeki resim ve müzik semineri bölümüne Kayseri Pazarören’den seçiliyor. Sonrası Gazi Eğitim Fakültesine, Ordu Perşembe’ye öğretmen olarak atanma ile sürüyor.
Sanatçı Muteber Demirtaş ise aynı eşi Yusuf Demirtaş’ın geçtiği yolları Trabzon Beşikdüzü öğretmen okulundan geçerek İstanbul Seminer Öğretmen Okulu’na geliyor.
İkilinin hayatını kesiştiği yer oluyor Seminer Okulu…Gazi Eğitim Fakültesi Muteber Demirtaş’ın da önemli bir durağı oluyor.
Ressam Yusuf Demirtaş ile 1973 yılında evlenseler de tanışmaları Seminer Öğretmen Okulu’na dayanıyor.
İki çocukları oluyor. Ancak resim yerine biri tıp, diğeri fen alanına yöneliyor.
1981’de Yusuf Demirtaş ilk sergisini İstanbul’da, ikinci sergisini Ordu’da açtığında Muteber Demirtaş, çocukların eğitimine kendisini adamış oluyor.
Muteber hanım ancak 1988 yılında lisansını tamamlıyor.
‘SERT ELEŞTİRİRİZ’
Aynı atölyeyi paylaşıyor iki sanatçı da…
Yusuf Demirtaş paylaştıkları atölyelerini anlatırken, “Uzun bir atölyemiz var. Birimiz bir ucunda diğeri öteki ucunda çalışmalarını sürdürür. Çizimlerimizi birbirimize danışırız, eleştiririz ve o eleştiriler olmazsa, bu işler o kadar iyi çıkmayabilir. Arkadaşlarımız da söyler, ‘Birbirinizi eleştirmeniz ve destek olmanız son derece güzel. Biz de bunun farkındayız’ derler” sözleri ile sanattaki yaratıcılıklarında ikili olmanın önemini dile getiriyor.
‘BİRBİRİMİZİN KAPRİSİNİ ÇEKERİZ’
Muteber Demirtaş ise “Ressam eşinizle aynı işi yapmak nasıl bir duygu Birlikte çalışmak nasıl bir duygu” sorumuzu farklı bir gözlemle şöyle anlatıyor: “İkimizde resimci olunca birbirimizin kaprisini çekeriz. Eleştiriler sert olur. Bu olmadı der. Gerçekçi bir eleştiri yaparız birbirimize. Olmadı deriz. Bu güzel yanı. Dost acı söyler misali dost bir sanatçı acı eleştiri yapar, daha iyiyi yapmam için. Ama yüreklendirdi hep beni eşim, ‘yaparsın, edersin’ gibi söylemi ile. Güzel bir çalışma ortamı sağladı. Birbirimize destek olduk.”
‘İKİ CAMBAZ BİR İPTE OYNAMAZ’
Aynı alanın sanatını icra etmenin her zaman güzel olacak diye bir kuralı yok. Yusuf Demirtaş da böyle düşünüyor ve 1996 yılında linol ve ağaç baskı ve yağlı boya ile pastel üzerine çalışırken, gravüre yöneliyor. Yusuf Demirtaş o süreci şöyle anlatıyor:
“Belki de benim yapımda minimalist çalışmaya eğilimim var. Bu durum benim de hoşuma gitti. Bir laf var ya, ‘Bir ipte iki cambaz oynamaz’ diye. Eşim de yağlı boya çalışıyor. Ben alanımı değiştireyim dedim. Farklı bir alana geçeyim dedim. Dolayısıyla 1996 yılında gravür baskıyı tercih ettim. O tarihten bu yana gravür yapıyorum.”
Yusuf Demirtaş, sosyal olayları daha çok resimlerine taşıyor. Bunların başında ‘Beykoz Postalları’ çalışmasında Beykoz’daki fabrikanın kapatılmasının ardından tuvale yansıtıyor. Yine Karabük Demirçelik Fabrikası’nı da Cumhuriyetin ilk eseri olarak resmediyor.
Muteber Demirtaş ise öğretmen okulunda kadınların hayatı nasıl değiştireceğini gördüğü için hemen hemen bütün çalışmalarında Cumhuriyet Kadınlarına yer veriyor. Şöyle anlatıyor o duygularını:
“Ben genelde kadınları çalışıyorum. Kadınların ayakta durabilmesi önemli. Cumhuriyet kadınları, özgür kadınlar… yani bunlar kiminde öğrenciler. Belki kendi hayatımın bir yerini çiziyorum. Öğretmen olmayı, öğrenciler yetiştirmeyi, öğrenci iken bir bayan öğretmeni idol olarak görmek ve onun gibi ayakta durabilmek. Kimse yokken, bunları anlatıyorum, kadının özgürlüğü, ayakta durabilmesi, bağımsız olabilmesi. Tek başına sokağı çıkabilmesi… Tuvalde ağırlıklı kadınlar, arkada uzakta, yakında olur. Ama bir kitle oluşturur kadınlar. Bazen sadece ayakkabı var. Genelde de ayakkabı özentisi olur, bir de öldürülen yok edilen kadınların kalan ayakkabıları…boşta kalan ayakkabılar onlar. Onlar çok duygulandırır beni. Belki çocuk ayakkabıları onlar, belki bir genç kızın ayakkabıları.”
Özgürlüğe kadınların özgürlüğüne de duyduğu özlemi de tuvale yansıtıyor Muteber Demirtaş. Şu duygularla dile getiriyor:
“Ama bir de kuşlar ve bisikletlerim olur. Özgürlüğü anlatan kuşlar gibi özgür uçabilmek. Bazen bir haber getirdiğini düşünürüm kuşların. Ben çalışırken, kuş gelir başımda öter, ben o kuşu resmime ilave ederim. Güzel bir haber duyarım gibi düşünürüm. Batıl inancım yoktur ama, kuşların gelip başımda alçaktan ötmesi, beni çok etkiler ve resimlerime koyarım. Karga olur, kuş olarak düşünürüm. Bisikletleri koyarım.”