Belgesel filmciliğin önemli isimlerinden Yönetmen Kurtuluş Özgen, Kurtuluş Savaşı’nı farklı bir açıyla aktardığı “Milletin Azmi” adlı belgeselini Başkent Gazetesinden Zehra ŞAHİNDOKUYUCU'ya  anlattı. Türkiye’nin en iyi belgeselcilerinden biri olan Hasan Özgen’in oğlu olan Kurtuluş Özgen, “Milletin Azmi” belgeseline dair, “Öncelikle bana kalırsa gerek eğitim sisteminde gerekse kamuoyu oluşturan medya gibi organlarda doğru ve derinlemesine bir Millî Mücadele anlatımı yok. Biraz hamaset ve kahramanlık söylemiyle iş geçiştiriliyor. Bizler gibi okur-yazar insanlarda bile bu derinlik eksik. İkincisi, belgesele adını da veren ‘Milletin Azmi’ kavramı, öncelikle Türk Milletinin kurtuluş ve bağımsızlık inancını ifade eder.” dedi.

Bu belgeselin diğer yapımlardan çok farklı olduğunu anlatan Özgen, şunları söyledi: “Bu arada şunu içtenlikle belirtmeliyim ki özellikle bu belgesel, diğer yapımlardan çok farklı olarak ‘kollektif bir üretim’. Bu film, biz sinema emekçilerinin tek başlarına gerçekleştirdiği bir yapım değil. Üretimin hemen her aşamasında; bilgilenmeden arşiv taramaya, alan bilgisinden çekim planlanmasına, animasyon ön çalışmasından saha uygulamasına, kurgudan metin yazımına kadar Prof. Dr. Birol Çetin hocamız, kurum çalışanları ve danışman hocalarımızla birlikte çalıştık. Gerek masa başı gerekse alan çalışmalarında bizlere önderlik eden, bilgisi ve heyecanı ile daha verimli bir çalışmanın gerçekleşmesini sağlayan Dr. Selim Erdoğan’ın da emeklerini ayrıca vurgulamak gerekir.”

“Milletin Azmi” adlı belgesel Milli Mücadele dönemini ve o dönemdeki kadın-çocuk-asker herkesin topyekun seferberliğiyle savaşarak kazanıldığını ve bu zaferin de en çok inanç sayesinde gerçekleştiğini anlatıyorsunuz...Bunun dışında siz bu belgeseli hazırlarken en çok ne dikkatinizi çekti?

Kısa ve orta metraj olmak üzere üretmiş olduğunuz Milletin Azmi belgesellerinin yaratıcı emeğini babam ve ustam Hasan Özgen’le birlikte üstlendik. Bunu öncelikle belirtmek isterim. Soruya dönecek olursak: Çok şey var! Öncelikle bana kalırsa gerek eğitim sisteminde gerekse kamuoyu oluşturan medya gibi organlarda doğru ve derinlemesine bir Millî Mücadele anlatımı yok. Biraz hamaset ve kahramanlık söylemiyle iş geçiştiriliyor. Bizler gibi okur-yazar insanlarda bile bu derinlik eksik. İkincisi, belgesele adını da veren “Milletin Azmi” kavramı, öncelikle Türk Milletinin kurtuluş ve bağımsızlık inancını ifade eder. Ancak bu inancın “iradeye ve stratejiye” dönüşmesi ayrı bir politik deha gerektirir ki; bu da Gazi Mustafa Kemal’de ortaya çıkar. TBMM’nin -ki içinde çeşitli görüşlerin çatıştığı birinci Meclistir- bağımsızlık inancının samimiyeti sorgulanmaz elbette. Ancak bunun ortak ve kalıcı bir iradeye dönüşmesi için Gazi Mustafa Kemal’in politik liderliği gerekmiştir. Üçüncü olarak da 26-30 Ağustos dönemi savaşlarında ve 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Savaşı Zaferi’ndeki başarı bir “savaş strateji” başarısıdır. Bunu da Başkomutana ve komuta kademesi ile Türk Ordusu’na borçluyuz.

Belgeselin 30 Ağustos Zaferinin 100. Yılı için hazırlandığını bu nedenle de sadece o sürecin anlatıldığını görüyoruz...Bunun dışında başka özellikleri nedir belgeselin?

“Milletin Azmi “belgeseli sadece 30 Ağustos Zaferi’ni değil, bu zafere giden yolu ilmek ilmek ören süreçleri de anlatmaya çalışır. Belgesel dikkatle izlendiğinde, iç içe geçmiş pek çok savaş görülecektir. Bolşevik Rusya ile antlaşmalar yoluyla Doğu cephesinin rahatlatılması ve emperyalistlere karşı yapılan iş birliğinin silah ve para yardımına dönüşmesi için çetin bir diplomatik savaşı gerektirmiştir. Yine Uluslararası politikada atılan adımlarla İngiliz-Yunan ittifakının yalnızlaştırılması da zorlu bir diplomatik savaş sonucudur. Yine, Anadolu’ya dönersek bir yandan Padişahçı, işbirlikçi isyanları boğmak; diğer yandan kontrolsüz milli direniş kuvvetlerini düzene sokup bir ordu yaratmak başka bir savaşı gerektirmiştir. Ordu’nun insan gücü kadar savaş gereçlerini temin etmek de ayrı bir savaş destanıdır. Büyük Kurtuluş’a giden yolda imkansızlıkları imkana çevirmek için, ulaşımdan iletişime; sağlıktan salgın hastalıklarla mücadeleye, erzaktan silaha, askerlerin eğitiminden yeni bir ordu düzeni kurulmasına kadar hayatın her alanında verilen bir savaş vardır ve elbette bu savaşların en yüce gücü, son evladını, son lokmasını, son eşyasını ve son nefesini bağımsız ve onurlu bir vatan için severek feda eden Türk Milleti’dir.

Belgeselin amacı tarihimize ışık tutmaktır bunu anlayabiliyoruz ama belgeselin diğer amacı veya amaçları nedir?

Bu belgeseli gerçekleştirme iradesi ve onuru Türk Tarih Kurumu’na, o dönemki başkanı Prof. Dr. Birol Çetin hocamıza ve ilgili kurullarına aittir. Atatürk’ün kurucusu olduğu bu kurum- adı üstünde- doğru bir tarih anlayışıyla Millet bilincimizin oluşmasında büyük gayretler sarf edegelmiştir. Gerek bireysel gerekse ulusal kimliğimizin oluşmasında doğru ve derinlikli bir tarih bilgisinin, bilincinin önemi inkâr edilemez sanırım. Ayrıca bu bilincin edinilmesi her yurttaşımız için önemli bir görevdir. Bu belgeselde anlatmaya çalıştığımız şudur; yokluğu ve yoksunluğu yani imkansızlıkları onurlu ve özgür bir millete ve bağımsız bir devlete dönüştürenlerin mucizesidir Millî Mücadele... Hepsine bin bir rahmet ve saygı. Böylesi bir mirasın çocukları olarak öncelikle Millî Mücadelemizden gerekli dersleri alıp buradan hareketle yeni gelecek vizyonları kurmalıyız.

“BELGESEL BİLİNMEYENİ BİLİNİR KILAR”

Belgeselde fotoğraf ve görüntülerin kullanıldığını görüyoruz bu konuda neler söylersiniz?

Bu belgeselin doğası gereği böyle. Belgesel sinema, bilgi ve belge üzerinden yürüyen ve “bilinmeyeni bilinir, görünmeyeni görünür” kılmaya çalışan bir görsel anlatıdır. O dönemin hareketli görüntü kaynakları sınırlı. Bu eksikliği çeşitli arşiv kaynaklarından bulup çıkardığımız fotoğraflarla destekleyerek aşmaya çalıştık. Bu görsel kaynaklar ve doğru bilgiye ulaşma olmadan bizim bir belgesel omurgası oluşturmamız ve bu filmi yapmamız imkansızdı. Jenerik de belirttik ama bu arşiv kaynaklarına da sonsuz minnettarız. Bu arada şunu içtenlikle belirtmeliyim ki özellikle bu belgesel, diğer yapımlardan çok farklı olarak “kollektif bir üretim”. Bu film, biz sinema emekçilerinin tek başlarına gerçekleştirdiği bir yapım değil. Üretimin hemen her aşamasında; bilgilenmeden arşiv taramaya, alan bilgisinden çekim planlanmasına, animasyon ön çalışmasından saha uygulamasına, kurgudan metin yazımına kadar Prof. Dr. Birol Çetin hocamız, kurum çalışanları ve danışman hocalarımızla birlikte çalıştık. Gerek masa başı gerekse alan çalışmalarında bizlere önderlik eden, bilgisi ve heyecanı ile daha verimli bir çalışmanın gerçekleşmesini sağlayan Dr. Selim Erdoğan’ın da emeklerini ayrıca vurgulamak gerekir.

Belgesel milli mücadelede 30 Ağustos zaferini anlatan bir kesite dayanıyor... Dönem belgeseli anlatmak sanıyorum kolay olmasa gerek, bununla ilgili ne anlatırsınız?

Hepimiz biliriz ki, bir işin iyisini ve doğrusunu yapmaya çalışmak her alanda zordur. Bunu aşmanın yolu da inanç ve inattır. Biz bu tarihin çocuklarıyız. Bu tarihi sadece övünerek göğüsleyemeyiz, görevlerimiz de var. Yukarıda sözünü ettiğim kollektif çalışma gerekli inanç ve inada kaynak oldu. Evet zordu, bocaladığımız, ikircikli durduğumuz anlar oldu ama elbirliği ile sonuçta güzel bir belgesele ulaştık. Bir de belki belgesel ekibi olarak uzun yıllardır tarih ve kültür odaklı belgeseller yapmış olmak işin bize düşen kısmını ve sabrını kolaylaştırdı.

Belgeselin teknik kısmında değinecek olursanız, sizi zorlayan ne oldu?

Doğrusu işin en zor bölümü çekim ve kurgu aşamaları oldu. Özellikle çekimlerde yeni görsel teknikler denedik. Başlıca iki temel zorluk vardı. Birincisi; savaş coğrafyalarının normal kamera çekimleriyle anlaşılır kılınması çok zordur. Bunu aşmak için alanda, savaşın kilit noktalarında Dr. Selim Erdoğan ile yaptığımız söyleşileri Dronlu hava çekimleriyle destekledik. Ek olarak da Google Earth’den özel bir programını satın alarak oluşturduğumuz haritaları animasyonlarla destekledik. İkinci zorluk görsel arşiv kaynaklarının kimliklendirilmesi ve ses efektleriyle canlandırılması oldu. Üzücüdür ki ulusal arşivimiz bile – çok tanınan lider kadrolar dışında- kimliklendirme işleminden geçmiş değil. Kalabalık bir fotoğrafta yer alanların tümünü bilemiyoruz. Ayrıca savaş sahnelerinin tamamı sessiz. O dönemde filme yapışık ses kaydı henüz yok. Bu sahnelerin tamamına günlerce uygun ses efektleri arandı, silahların sesleri çoğu zaman üretici firmanın kaynaklarına gidilerek bulundu ve çeşitli örgülerle sorun çözülmeye çalışıldı. Ama bu ekibimizin gece-gündüz epey zamanını ve çabasını aldı. Bu arada özveriyle çalışan ekip arkadaşlarımıza buradan bir teşekkür gönderelim. Var olsunlar.

Belgesel sinema nedir?

Belgesel sinema, insanlığın sinema serüveninin başlangıcıdır. Sinema tarihinin ilk ürünleri belge filmlerdir. Ben belgesel sinemayı; görünmeyeni görünür kılan, toplumsal fenomenleri anlamaya ve anlatmaya imkân tanıyan, yitip gitmekte olan toplumsal-kültürel-doğal değerleri tarihe kaydeden-şerh düşen, bünyesinde avangardı barındıran, (üretim koşulları ve örgütlenme yapısı gereği) belgesel filmi yapanın gerçekten bağımsız olmasına imkân tanıyan ve sinematografi ile kurulan görsel-işitsel bir toplumsal sanat alanı olarak tanımlıyorum. Tanımların ötesinde belgesel sinema “kamusal alan”da durur. Üretimi ve sonuçları kamusaldır. Açıkçası hem bir toplumsal ihtiyaca cevap verir, hem de bireyi kamuya-topluma bağlayan bir bilgi-belge dünyası örgüler, bilincine yol açar, ışık tutar ve soru sordurur. Örneğin son yönettiğimiz “Anne Türkler Geliyor” belgeselinde Türk tarihi, batılıların “barbar” argümanını boşa çıkartan bir uygarlık anlatısına yaslanıyor.

Belgesel sinemaya günümüzde ne gibi görevler düşüyor?

Böyle bir görevlendirme yapmak çok gerçekçi değil. Her belgeselcinin ilgi alanı ve kaynak bulma biçimi farklı olabiliyor. Hayat bakışlarında da farklılıklar var. Her şeye rağmen ilginç ve başarılı ürünler veriyor Belgesel sinemamız. Ancak dijital iletişimin kolaylaşan imkanları pek çok yapımı hülyalı bir görsellikten ibaret işlere dönüştürüyor, işler görselin cazibesine hapsoluyor. Belgesel sinema, haber belgeselciliğine ya da blogger videolarına doğru savruluyor. Olgunun çok katmanlı ve derinlikli anlatımı yerine güncelin ve olayın çarpıcılığı öne çıkıyor. Bu türün oluşturduğu sosyal ve kamusal fayda ise tartışılır. Oysa belgesel sinema, Türkiye gibi tekin olmayan bir coğrafyada, geçmişten gelen ve yeni oluşan sorunlarla baş etmek zorunda kalan bir toplumda, bir aydınlanma ve gerçeği aralama aracı olabilir. Böyle bir görevi üstlenebilir. Kamu kurumlarıyla ya da sivil kurumsal desteklerle gerçekleştirilecek iş birlikleri hem bulanıklaştırılan ulusal bilincimizin aydınlatılmasında hem de uluslararası politikalarımızda emperyalist saldırılara birer sivil cevap oluşturabilir.

Muhabir: Zehra ŞAHİNDOKUYUCU