Bugüne kadar kıskançlıkla izlediğimiz Marmara Denizi sahillerinin tiksindiren halini görünce, yaşadıkları kentle ilgili ''ah bir de denizi olsaydı'' diye iç geçiren Ankaralılar, hayıflanmayı bırakmıştır herhalde.

Görüntüler korkunç, ürkütücü, mide bulandırıcı.

Başkentin kurumaya yüz tutmuş birkaç çay ve deresindeki kirliliğe bakılırsa, denizi olan bir Ankara'yı düşünmek bile ürkütüyor doğrusu…

Atıklar cılız dere suyundan neredeyse daha çok.…

Naylon poşetler mi istersiniz, boş şişeler mi?

Konserve kutuları mı?

Çöp yığınları mı?

Tabii bir de sokaklarda sınırlı sayıda yer alan konteynerlerden taşan çöp yığınları var…

Kaldırım kenarları deniz işlevini görüyor.

TV ekranlarından yansıyan görüntülere baktıkça, geride kalan çay ve derelerin görüntüsü canlanıyor hafızalarda ve ''iyi ki Ankara'da deniz yok'' diyesi geliyor insanın.

Artık sahil kentlerine yönelik gizli bir ''kıskançlık duygusu?'' mu yoksa ''mavi'' yoksunluğunu bastırma amaçlı bir ''teselli'' arayışı mı bu düşüncelere yönlendiriyor bilmiyorum...

Ama Marmara Denizi'nin başına gelecekleri görmek, yaşamak için Perşembe'yi beklemek gerekmiyordu.

Çarşamba'nın manzarası başa geleceklerle açık ve net ilgili ip uçları veriyordu başa geleceklerle ilgili.

İki kelimeden biri pandemi, ötekisi müsilaj…

Marmara Denizi'ni tehdit eden müsilaj ya da bilinen adıyla deniz salyası İstanbul'un yanı sıra Kocaeli'nde de görülmeye başladı.

Gölcük, Derince ve Karamürsel'de bazı plajlar deniz salyasının istilasına uğradı.

Hem de pandemi denilen illetin kol gezdiği bir dönemde.

Durum vahim….

Sorun, tüm yönleriyle mercek altına alınmalı…

Avlanma kurallarında görülen noksanlardan, dökülen kimyasal atıklara kadar denizlere ve deniz canlılarına zarar veren ne kadar olumsuzluk varsa, tümünü ortadan kaldıracak önlemler bir an önce alınmalı…

Denizler arınsa, denizlerdeki yaşam kurtulsa kirden, pastan…

Biz Ankaralılar yine kıskansak mavilikleri…