Pandemi nedeniyle kesintisiz bir şekilde ve daha uzun süre zaman geçirdiğim Sivas'ta nicedir farkına vardığım bir olgu var. Her ne kadar yerel olduğu düşünülse de Türkiye'nin diğer kentlerinde de benzer durumların yaşandığına inanıyorum. Bu olgu, artan yoksullaşmanın ve vasıfsız ekonominin toplumdaki görünürlük biçimleri arasında sayabileceğimiz atık ürün toplayıcılığıdır.

Plastik malzemelerin gündelik hayatımızda bu kadar yer kaplamasından önce hurdacılar genellikle demir, alüminyum, teneke gibi atıkları toplardı. Hurdacılık, yaşadığımız Sivas Alibaba Mahallesi'nde genellikle Karabalçık köylülerinin yaptığı işti. Hatta onlara münhasır bir iş dahi olduğu söylenebilir. Nitekim, günümüzde de hurdacılık sektöründe onlar epey ilerleme gösterdiler ve bu sektörde söz sahibi oldular.

Hurdacılığın içeriği atık ürünlerin çeşitlenmesine bağlı olarak zamanla farklılaştı. Şişeler, plastik malzemeler ve atık kağıtlar da çevre kirliliği bilincinin ve atıkları değerlendiren teknolojilerinin gelişmesine bağlı olarak giderek daha fazla geri dönüşüme kazandırılmaya başlandı. Böylece atık ürün toplayıcılığı günümüzün en önemli sektörlerinden biri haline geldi. Öyle ki Türkiye, gelişmiş ülkelerin çöpünü ithal ediyor. Greenpeace verilerine göre, Türkiye, 2020 yılında da Avrupa'dan en çok plastik atık alan ülke oldu, her gün 241 kamyon dolusu plastik atık Türkiye'ye girdi. Son 16 yılda Avrupa'dan Türkiye'ye gelen plastik atıkların 196 kat arttığını söylüyor Greenpeace…

Atık ürün toplayıcılığı bir sektör ve bu işin de erbabı var.

Benim burada dikkat çekmek istediğim şey, atık ürün toplayıcılığının bu işi meslek olarak yapanların ötesine geçerek yaygınlaşması, neredeyse ilgisiz birçok insanın da asli veya yedek işine dönüşmesi. Çünkü, Sivas'taki istihdam alanları, mevcut işgücünü değerlendirecek potansiyelden uzak, şehir zaten işsizlikten her yıl nüfus kaybediyor. Bir kilometrelik mesafede 6-7 fırının çalışıyor olması, 4-5 kahvehanenin tıka basa dolu bulunması hep bu üretimsizliğin göstergeleri… Ankara'nın Kızılay semtindeki değişimde de bu gözleniyor. Örneğin, 100-150 metre çapındaki bir dairede aynı mekanda bir bakıyorsunuz ki dönerci açılmış, dönerci kapanıp manav olmuş, manav gitmiş bu sefer mekan kafeye dönüşmüş…Sözkonusu devinim, pek sevdiğimiz bir sözcük olan girişimcilikle açıklanabilecek gibi değil. Halkımız girişimci, yeni denemelerden vazgeçmiyor ama hiçbir iş sürdürülebilir değil. Çünkü ekonominin çarkları kilitlenmiş vaziyette.

Demem o ki, Sivas'ta atık ürün toplayıcılığı ilgili ilgisiz pek çok insanın yaptığı işe dönüşmüş durumda. Eskiden sokaktan geçen hurda toplayıcılarının sayısı bir elin parmaklarını geçmezken ve gün içindeki trafik hayli düşük iken şimdi hurdacıların biri gidiyor beşi geliyor. Bir gün üşenmeyip gün içinde geçen araçlarıyla hurda toplayanları saydım. Tam 9 araç geçti. Bu demekti ki, her bir saatte bir 'hurdacı geldi hurdacı' anonsu duyuluyor.

Atık malzeme alanlar, kilo başına sadece 1 lira ödüyor. Dolayısıyla ne kadar ağır gelirse o kadar para demek bu. Hal böyle olunca yaşlısı genci, küçüğü büyüğü, kızı kızanı pek çok insan, evin bir köşesinde, bodrumlarda, bahçelerde atık malzeme biriktiriyor. Teşbihte hata olmaz derler. Avını gözüne kestiren bir şahinin ataklığında nereye bir şişe, plastik, teneke atılsa adeta havada kapılıyor. Sanki bir maden bulunacakmış gibi dağ tepe dolanılıyor, çöp tenekelerin altı üstüne getiriliyor ve tıpkı Godot'u beklemek gibi hurdacıların yolu gözleniyor.

Yoksulluğun dip noktası ve çürük ekonomi bu… Hurdaya çıkmış ülkenin hurda hayatları…