Nursel Baykasoğlu’nun “İğne ile İpliğin Dansı” sergisinden nasıl dönüşler aldığını, bu sergiyi açma fikri nasıl oluştuğunu ve Çin İğnesi ile olan hikâyesini konuştuk. Çin İğnesinin Türkiye’de de geleneksel olarak işlenen, örgün ve yaygın eğitim kurumları programlarında yer alan bir işleme türü olduğunu söyleyen Baykasoğlu, “Bu teknikte tuval yerine kasnak veya gergefe gerilmiş, düz yüzeyli kumaş, fırça yerine iğne, boya yerine de renkli iplikler kullanılır. Kumaşın yüzeyinde bir kabarıklık oluşturmadan, kumaşla bütünleşmiş gibi bir görüntü oluşturmak, ilgi, sevgi ve yetenek gerektirir.” dedi.
• Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz? Nursel Baykasoğlu kimdir?
Karadeniz kökenli bir ailenin üçüncü kız çocuğu olarak doğdum. Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’nun Nakış Bölümüne birincilikle girdim. El Sanatları Eğitimi alanında yüksek lisans yapıp Sanatta Yeterlilik aldım. Yurt içi ve yurtdışında (ABD, İngiltere, Makedonya, Bulgaristan, Kırım) kişisel sergiler açıp, 1992-2012 yılları arasında Sancepolcro/İtalya Dantel Bienaline katıldım. Eserlerim sergilendi ve yayınlandı. 2000 yılında deprem konulu eserimle birinci oldum ve eser Sancepolcro Dantel Müzesi’ne alındı. Gazi Üniversitesi rektörlük teşvik ödülleri alarak Kültür Bakanlığı Kültürel Miras Taşıyıcısı oldum ve çeşitli projelerde görev aldım. Doktor Öğretim Üyesi olarak emekli oldum. Halen Sanat Eğitimcileri Derneği (SEDER) Yönetim Kurulu Üyesi olup sanatsal çalışmalarına devam ediyorum.
• “İğne ve İpliğin Dansı” serginizden nasıl dönüşler aldınız? Bu sergi açma fikri nasıl oluştu?
İğne ile İpliğin Dansı sergisinden, çok olumlu dönüşler aldım. Serginin amacına ulaştığı görüşündeyim. Ziyaretçi sayısının fazlalığı, ilgiyle ve merakla sorulan sorular, hayranlık ifadeleri, serginin amaca ulaştığını ispatlar nitelikteydi. Davetliler, sosyal medya paylaşımlarından görüp gelenler ve görenlerin önerisi ile gelen ziyaretçiler, kısaca sergiye ilgi artarak devam ediyor. Sergiyi açma fikrine gelince, İsmail Altınok Sanat Galerisinde, açılışına katıldığım bir sergide, galeri sahibi Mehmet Altınok’un önerisi ile oluştu. Pandemi süreci, öncesi ve devamında, çalışmalarım yoğun olarak devam ettiği için, yeter sayıda eserim vardı.
“BU TEKNİKTE TUVAL YERİNE KASNAK KULLANILIYOR”
• Çin İğnesi (İğne Boyası) tekniğinden bize bahseder misiniz? Nedir Çin İğnesi nasıl yapılır?
Çin İğnesi (İğne Boyası) desenin yüzeyini tamamen, bazen de kısmen kapatan, bir işleme çeşididir. Bu teknikte kullanılan az büklümlü ipek veya koton iplikler, birbirinin içine girecek şekilde kaynaştırıldığı ve düz bir yüzey meydana getirdiği için, desene boyanmış hissi verir. İlk kez Çin’de yapıldığı için bu ismi almıştır. Ülkemizde de geleneksel olarak işlenen, örgün ve yaygın eğitim kurumları programlarında da yer alan bir işleme türüdür. Bu teknikte tuval yerine kasnak veya gergefe gerilmiş, düz yüzeyli kumaş, fırça yerine iğne, boya yerine de renkli iplikler kullanılır. Kumaşın yüzeyinde bir kabarıklık oluşturmadan, kumaşla bütünleşmiş gibi bir görüntü oluşturmak, ilgi, sevgi ve yetenek gerektirir.
“HER ŞEY DOĞADA VAR ANCAK BAKMAK VE GÖRMEK GEREKİR”
• Siz kendi tarzınızı nasıl tanımlarsınız? Çalışmalarınızı yaparken nelerden esinleniyorsunuz?
Tasarımlarım, çok etkilendiğim, hayranlık duyduğum, doğal güzelliklerin, zihnimdeki oluşumlarından veya o an çektiğim fotoğraflardan oluşuyor. Deseni kumaşa çizerek işleyeceksem, işlerken fotoğrafa çok bakmak aslına uygun çalışmak veya yorumlamak da olabilir. Darwin, “Doğanın tasarımcıya ihtiyacı yoktur” demiş. Benim de hiç ihtiyacım olmadı. Her şey doğada var ancak bakmak ve görmek gerekir. İşlerken iğnenin batış yönü, ipliğin batış uzunluğu, ipliklerin ve renklerin kaynaşması için de, belli bir eğitim sürecinden geçmek ve çok sevmek gerekiyor. Esin kaynağım büyük oranda doğa olmakla birlikte, çok etkilendiğim doğal afetler, çocuk gelinler ve çocuklar da işleme alanıma giriyor.
• Sanat ve tasarım ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sanat ve tasarım ortamı, her dönemde değişim göstermiştir; ancak son yıllarda bu değişim olağanüstü bir hız kazandı. Geleneksel sanat disiplinlerinden gelen biri olarak, özellikle el emeği ve sabır gerektiren zanaatların değerinin göz ardı edilmesinden endişe duyuyorum. Gençler arasında giderek yaygınlaşan “hemen sonuç alma” isteği, sosyal medyada gördükleri hızlı üretim örneklerinden etkileniyor. Bu durum, sanatın özündeki süreç ve derinlik anlayışının zayıflamasına neden oluyor. Elbette teknolojiyi ve dijital araçları tamamen yadsımıyorum; ancak sanatın bir karakter ve ruh meselesi olduğunu unutmamak gerekiyor.
Yapay zekâ başta olmak üzere yeni teknolojiler, sanat üretimini dönüştürüyor ama bu dönüşüm bazen derinlikten uzaklaşıp yüzeyselliğe kayabiliyor.