Özel Haber

“Desen görünenin arkasındaki gerçeği görmektir”

Ressam Tayyar Eren'in İsmail Altınok Sanat Merkezindeki “Desenler” sergisi büyük ilgi gördü. Çizgilerle olan hikayesini anlatan Ressam Tayyar Eren, “Desen görünenin arkasındaki gerçeği görmektir. Yani hakikati yakalamaktır. Görerek algılamak optik bir bakış değil, görüneni akıl süzgecinden geçirerek algılamaktır. Desen bir nesneyi betimleyen bir kayıt değil, sanatçının düşüncesini, algısını aktaran özgün, başlı başına bir yapıttır.” dedi.

Makbule AKGÜL
Ressam Tayyar Eren’in kullandığı renkler ve formlar, sizi çalışmaları içinde kısa bir yolculuğa sürüklüyor. Eren ile çizgilerle olan hikâyesini ve son sergisi olan “Desenler” sergisini konuştuk.

• Eğitiminiz ve kısa bir özgeçmişinizle başlayalım isterseniz. Bize kendinizi anlatır mısınız?

1944 yılında Merzifon’da doğdum. 1968’de İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nden mezun oldum. 1972-1974 yıllarında Ressam Lütfü Günay'dan desen ve boya dersleri aldım. Resim çalışmalarını 1974-1975 yıllarında Londra'da sürdürdüm. 1981-1982 yıllarında da Avrupa'nın önemli sanat merkezlerinde araştırmalarda bulundum. 2001 yılında Salzburg Yaz Akademisi'nde Prof. Jacobo Borges ile espas, Prof. Hermann Nitsch ile aksiyon resmi üzerine çalışmalar yaptım. Çalışmalarımı Bodrum ve Ankara’daki atölyelerimde sürdürmeye devam ediyorum.

• Çizgilerle olan hikâyeniz nasıl başladı?

Önce çizgi vardı. Her çocuk önce karmaşık çizgiler ve karalamalarla başlar resme. Sonra şekiller oluşur, renklenir. İmajlar yaratır hayalinden. Hepsi bir ressamdır. Picasso, “Ben bir çocuk gibi resim yapmak için bir ömür verdim” der. Çizgiyi hep sevmişimdir. Nereye gitsem yanımda bir defter ve kalem vardır. Okul yıllarımda ders defterlerime de hep bir şeyler çizip, resimler yapardım. Hatta öğretmenlerimden biri defterimi görünce “Bir ressamın evrak-ı metrukesi” demişti. Lise yıllarımda kağıt üzerine guaj boya ile yaptığım bir Atatürk portresi resim öğretmenimin dikkatini çekmiş, okul panosuna astırmıştı. Üniversite hayatım Ankara’da başladı. İlk bir yıl amcam ressam Cemil Eren’in yanında kaldım. Ondan çok şey öğrendim. Ziyaretine gelen ressam, yazar dostlarıyla tanıştım. Ankara benim için ikinci bir üniversite oldu. O zamanlar Ankara bir sanat ve kültür merkeziydi. Askerliğim İstanbul’da geçti. Orada da sanat ve kültür aktivitelerini takip ettim. Askerlik dönüşü tekrar Ankara’ya geldim ve iş hayatım orada başladı. Hafta sonları Türk-Amerikan Derneğinde resim kursuna kayıt oldum. Hocamız ressam Lütfü Günay’dı. Lütfü Hoca aynen akademilerde olduğu gibi ders veriyordu. Yeni başlayan öğrenciler önce antik büst ve torslardan desen çalışıyor, bir müddet sonra canlı modelden çalışmaya başlıyorlardı. Lütfü Hoca desene çok önem veriyordu. Ben de büyük tutku ne aşkla desen çiziyordum. İş çıkışı Sıhhiyede Zafer Pasajı içinde yer alan Devlet Güzel Sanatlar Galerisinde arkadaşlarla buluşuyorduk. Galeri Müdürü Osman Oral’dı o zamanlar. Orada Devlet Resim Heykel Sergileri, kişisel, grup ve yurt dışı müzelerden gelen önemli sergiler açılırdı. Başta Eşref Üren olmak üzere çok değerli hocalarla orada tanıştım ve onlardan feyz aldım. Galeri kapanana kadar bir masa etrafında oturur sanat ve kültür sohbetleri yapar, yaptıklarımızı gösterir, hocaların eleştirilerini alırdık. 1974-1975 yılları arasında çalıştığım kurum beni staj için Londra’ya gönderdi. Bu staj benim için mesleki eğitimim yanında hem lisan bilgi ve pratiğimi geliştirmek hem de müze ve sanat galerilerinde resimle ilgili çalışmalar yapmak olanağı sağladı. İlk kişisel sergim desen sergisiydi. 1988 yılında o zamanlar Adakale Sokağın Ziya Gökalp Caddesi ile kesiştiği köşede bulunan Türk-İngiliz Kültür Derneğinin Sanat Galerisinde açtım. Sonra diğer sergiler takip etti. Desen tutkusu ve çalışmaları hiç bitmedi. Arkadaş atölyelerinde grup halinde çıplak modelden çalışmalar yapıyorduk.
 


“SANAT UZUN, YAŞAM KISADIR”

• Çalışmalarınızda neleri kendinize ana tema olarak alıyorsunuz, nelerden esinleniyorsunuz?

Çalışmalarım gittikçe insan bedeni üzerinde yoğunlaştı. Tüm insan vücudu doğanın en zengin biçim yaratma olanağını sağlar ve sanatçılar için tarih öncesinden bugüne kadar özel bir yeri vardır. İnsan figürü; ruhsal, toplumsal anlamlar taşıyan, zaman ve mekan boyutlarını aşarak insanı insana, kendine ve evrene en çok yaklaştıran evrensel bir konudur. Bu sonsuz serüven sürüyor. Zira sanat uzun, yaşam kısadır. “Ars longa, vita brevis.”

“DESEN HAKİKATİ YAKALAMAKTIR”

• Deseni özel kılan ne?

Desen görünenin arkasındaki gerçeği görmektir. Yani hakikati yakalamaktır. Görerek algılamak optik bir bakış değil, görüneni akıl süzgecinden geçirerek algılamaktır. Desen bir nesneyi betimleyen bir kayıt değil, sanatçının düşüncesini, algısını aktaran özgün, başlı başına bir yapıttır. Desende yaşayan bir anı, bir duyguyu, bir kıpırtıyı yakalayabilirsiniz. Ne renge, ne lekeye gereksinme duyan, kendi kendine yeten bir yaratıdır. Desende göz ve beyin birlikte çalışmalıdır. Göz doğaya, nesneye bakarak; beyin ise, sistemi oturtulmuş duyular mantığıyla görüneni algılar. Algı da çizgisel yolla kağıda yansır. Algısal düşünce deseni oluşturur. Desen düşünme ve görme egzersizidir. Bitkiyi besleyen su gibi, onun sayesinde sanatçı kendini tekrarlamak tehlikesinden, kurallara saplanmasından kurtulur. Düşünerek yapılan bir desen görüneni kopya etmez, somut bir nesneyi değil, ama somut bir nesnenin ussal kavranmasını betimleyen her yapıt, sözcüğün tam anlamıyla düşünseldir; yani bir şeyi değil bir düşünceyi aktarır. İfadenin saflığı, kusursuzluğu, anlatımın namusu, deseni yapanın kimliğini neyi simgelediğini, inançlarının gücünü ya da zayıflığını açıkça ortaya koyar. Ancak çok deneyimli bir sanatçı desenle savaşmayı göze alabilir. İçtenlik ve gösterişsizlik desenin en çekici özellikleri arasındadır. Özgünlük ve namusluluk bir temel oluşturarak sanatçının kişiliğinin ve duygularının bir imge biçiminde kendini göstermesini sağlar.

• Bize son serginiz olan “Desenler” serginizden bahsedebilir misiniz?

Desen hiçbir zaman hiçbir şeyi gizlemez. Yaşanılan ana ait olması ve doğruluğu ile desen, deneylerin yoğunluğunda bir yaşam biçimidir. Bende bu sergimde bunu vurgulamak istedim. Coşkular ve duygular kâğıttaki işaretlerde ve sanatçının çizgiyi yönlendiren elindeki gizil güçte anlatılmaktadır. Giacometti’nin deyimiyle “Heykel ya da resim, asıl önemli olan desendir. Kişi yalnızca desene dayanmalıdır. Eğer desene egemen olabilirse, gerisini başarır.”