1937 yılında Merzifon'da doğan öğrenimini babasının görevi nedeni ile kent kent dolaşarak tamamlayan ünlü Karikatürist Tan Oral, Güzel Sanatlar Akademisi'nin mimarlık bölümünden mezun. Aziz Nesin Vakfı'nın projesinin sahibi ve çizeri olan Oral, aynı zamanda uzun yıllar akademisyenlik de yaptı. O dönem inşaat sektörünün gelişmemesinden kaynaklı mimarlıkta iş bulamayınca karikatüre yönelen Oral, kısa film dalında 'Cumartesi Pazar' adlı çalışma ile 1969'da ve 'Sansür' adlı film ile de 1970'de çizgi film dalında Büyük Ödül kazandı. 'Böyük Türkiye', 'Sansür', 'İki Minik Kentli', 'Gözağrısı', 'Sus ve Dinle' gibi kitapların sahibi Oral, kendisi dahil bütün medya çalışanlarını Yüzyüze ve Memnuniyetsizler kitabında çizgilerle anlatmış. Cumhuriyet gazetesinde geçen 30 yılın ardından t24 haber sitesine geçen Tan Oral, çeşitli dergiler, gazeteler, kitaplar çeşitli mecralarda çalıştı. Çizgilerlederdinianlatanustakarikatürist Tan Oral, çizmeyi hem çok önemsiyor hem de hayatın çizmekten çok daha fazlası olduğunu düşünüyor.Asaleti üzerine kıyafet gibi giyen Oral, derdini anlatırken de bir o kadar samimi ve içten...Oral,hem kendisi hem arkadaşları ve dostları için şöyle diyor: 'Gerek Türkiye, gerek dünya çizerlerinde gözlemlediğim bir şey var: Kimse karikatürcü olmak için yola çıkmış değil! Hep başka bir şey olmak için yola çıkmışlar. O çıktıkları yolda kendilerini karikatür çizerken bulmuşlar.'

Kendisi ile dalga geçebilen insanın her anına sinen bir hayat duruşunun temsilcisi Tan Oral için yan gelip yatmak, kedi ile oynamak, sokağa çıkmak, yemek yapmak, kitap okumak onun için çok değerli. Bir de sokaklar 'Ona borcum bitmiyor, sokaktaki karşılaştığım insanlarla ahbaplığı seviyorum.' diyor. İşte, çizgilerle geçen bir ömrün temsilcisi olan ünlü karikatürist Tan Oral ile çizgileri, yaşamı ve hayvanları konuştuk.

EVİME VE HAYATIMA GELİP YERLEŞTİLER!

'Kedi' Dergisi'nde de yazılar yazmışsınız hayvanlara olan özel ilginizin nedeni nedir?

Çocukluk, büyüklük fark etmez. Nedeni havyanlar da aynen bizim gibi şu dünyanın havasını, suyunu ve toprağını kullanıyorlar. Hayvanlarla aramızda çok büyük bir fark yok. Üstelik onlar her şeyi daha dikkatli kullanıyorlar. Biz havayı da toprağı da suyu da tüketmekle meşgulüz. Karşılaştığım hayvanlar bana karşı hep tanışık gibi davrandılar. Ve bu sevgi karşılıklı oldu. Mesela hiç bu zamana kadar kedi almak ve kedi bulmak gibi böyle bir şey hatırlamıyorum. Çocukluğumda dahi onlar beni bulduve ben çağırmadığım halde evime ve hayatıma gelip yerleştiler. O nedenle karşılıklı ortak bir duygu hissediyoruz. Hangi hayvan olursa olsun göz göze geldiğimiz anda aramızda bir ilişki kuruluyor. Bu sevgi bu ilgi (herkes için söylüyorum sadece kendim için değil) tamamıyla güvene dayalı bir ilişki ağı. Eğer o güveni kurarsanız her türlü canlı ile ahbaplık edebilirsiniz.

SOKAK HAYVANI DEĞİL ŞEHİR HAYVANI

O zaman sokak hayvanları mı buluyor sizi?

Sokak hayvanları kavramının değişmesi için çok çaba gösterdim. Fakat bu konuların dernekleri bile beni anlamak istemediler. Çünkü sokak kelimesi biraz aşağılayıcı bir kelime. Sokak çocuğu, sokak hayvanı, sokak kadını aşağılayıcı laflar. Üstelik konuştuğumuz hayvanlar şehirlerde yaşıyor sadece sokakta değil parklarda, evlerde, bahçelerde, yatak odalarında her yerde yaşıyorlar. Yani şehrin her yerini kullanıyorlar. Dolayısıyla bu hayvanlara sokak hayvanı değil, şehir hayvanı demek lazım. Şehir hayvanları denildiği zaman çok daha yerine oturuyor. Hepimiz şunu görmüşüzdür. Kırmızı ışıkta, insanlarla bekleyen köpekleri çok gördüm. Yeşil yanınca tık tık karşıya geçiyorlar. Benden daha iyi kullanıyorlarsa bu şehri onlara şehir hayvanı demek daha doğru olur. Şehri kullanıyorlar çünkü. Yani bu hayvanları şehrin dışında ve boş arazilerde görmezsiniz. Ne kedi görürsünüz ne de köpek. Şehirdedirler ve insanlarla birliktedirler. Bir zamanların ünlü yıldızı BrigitteBardot (İginç bir insandıreski Fransız sinema oyuncusu, manken, şarkıcı ve aynı zamanda hayvan hakları aktivistidir.) Bütün aktivistler yaşlarını aldıkça botoks yaptı. O öyle bir şeye hiç girişmedi. Zamanın ve yaşlanmanın bedenine getirdiği bütün değişiklikleri kabul etti. Onun hayvanlarla ilgili çok takdir ettiğim bir cümlesi var diyor ki: 'Kediler, köpekler, atlar insanlarla birlikte olmadan yaşayamazlar.' Gerçekten de bu üç hayvan insanlarla çok yakın ve aynı zamanda ancak onlarla birlikte yaşıyorlar. Dolayısıyla onlarla dostluk ve arkadaşlık kurmak insanlar içinde kaçınılmaz bir şey.

HİÇ BİR ZAMAN KEDİM OLMADI HEP ONLARIN BAKICISI OLDU!

Kaç kediniz var?

Hiçbir zaman kedim olmadı hep onların bir bakıcısı oldu. Yaşanmış bir hikayeden bahsedeyim. Avrupa'da Türk diplomatlardan bir tanesi röportaj veriyor. Gazeteci soru soruyor diplomata ve bakıyor ki masasında bir kedi 'Oooooooo kediniz de var' diyor gazeteci. 'Benim kedim yok onun bir diplomatı var.' diyor diplomat. 9 kedi ile birlikte aynı evde yaşadığımız oldu. 9 kedi de birbiri ile çok iyi geçindi. Bir tanesi bir tanesi ile kavga etmez, hepsi oturur yemeğini yer. Onlardan edineceğimiz çok şey var. Ama ne yazık ki kedilerle ve diğer hayvanlarla olan bu dostluk hep sınırlı oluyor. Bir süre sonra dünyayı terk ediyorlarya da ben hepsini terk etmek zorunda kalıyorum. Acıklı yanları da vardır hayvanlarla dostluğun. Ama onlarsız da olmuyor. Hiç bir zaman bir hayvan seçmedim hep seçildim ondan dolayı da çok gururluyum.

Portreler çiziyorsunuz bir nedeni var mı?

İki kitabım var portrelerle ilgili. 'Yüzyüze' ve 'Memnuniyetsizler.'Daha çok medya mensubu kişileri çizdim. Medya çalışanlarının hepsi memnuniyetsizdir. Hiçbir şeyden memnun değillerdir ben dahil. Onları çizdim. Özellikle oturup portre çizip kitap yapmak gibi bir düşünce aklımdan geçmemişti. Haber dinlerken ya da gazetede okuduğum bir haberden etkilenmişsem hemen not almaya çalışıyorum. Etkilenme iki türlüdür. İlgimi çeken bir tipse ya da sinirimi bozduysa onları çalıştığım kağıtların kenarlarına çizip not alıyorum sonrasında da o notları atmıyorum. O notlar çekmecelerde birikiyor bir süre sonra bakıyorum ki epey birikmiş ve imkan çıkınca da onları bir kitapta kullanıp hayatımdan çıkarıyorum.

Portrecilik ister istemez zaman içinde ilgimi çeken bir alan oldu. Artık ufak çapta bir iddia taşımaya başladım. O da şu: 'Portre çizmek bir insanın burnunu, kaşını, gözünü, kulağını yerine koymak değil. Çünkü,portre çizenlerin çizgilerinde genelde ezberledikleri insan siluetine dair bilgiler var. Portresini yaptığı insan esmerse karalıyor, işte biraz iri bakıyorsa büyük göz çiziyor.

Onunla hiç alakası yok hiç bir zaman benzetemezsiniz. Bütün mesele oran. Yani bambaşka insanların kaşını, gözünü, burnunu bilgisayarda toplayın portresini yaptığınız kişinin ancak oranlarını yerleştirirseniz o insanın yüzü ortaya çıkar. Neden? Çünkü hepimizin kafasında birbirimiz hakkında bilgi var. Gördüğümüz zaman tanıyoruz. Ama, hatırladığınız zaman ne kirpiğinin şekli ne burnunun biçimi ne dekulağının şekli.Bir insanı hatırladığınızda genel bir izlenim vardır o da o nispetlerdir. Dolayısıyla ben kafamda taşıdığım imajı kağıda geçmesine izin veriyorum.

AZİZ NESİN'İN VAKFININ PROJESİ BANA AİT

3 yıl boyunca mimarlık yapmışsınız sonrasında karikatüre geçmişsiniz bize o süreci biraz anlatır mısınız?

Karikatüre geçmedim karikatüre ilgim varken araya mimarlık girdi. Mimarlık bölümünde okumadan önce zaten karikatür çiziyordum. Öyle bir merakın içindeydim usuldendir ilkokulu bitiren, ortaokula gider, ortaokulu bitiren liseye, liseyi bitiren de üniversiteye gider. Yoksa ille bir meslek sahibi olmak gibi bir hevesim yoktu. Önce niye geldim diye canım sıkıldı. Sonra baktım ortam güzel 5 yıllık okulu altı buçuk yılda bitirdim. 3 yıl da asistanlık yaptım. Halen bütün dostlarım akademideki arkadaşlarımdır. Aslında mimarlık yapmamak gibi bir düşüncem de yoktu. Ama o günün imkanlarıyla hangi iş varsa hepsine koştum ama hiç birinden sonuç alamadım. Dönem kötü bir dönemdi bugünkü gibi inşaatçılığın parladığı bir zaman değildi. İyi ki elimde başka bir iş daha varmış zaten o taraftan talepler gelince basın ve karikatürcülük gibi bir alana kaydım. Ama daha sonra mimariye dair birkaç iş yaptım.Sokak aralarındaki bir takım yerlere Osmanlıya dair izler taşıyan yapılar yaptık.Aziz Nesin'in Vakfı'nı da ben yaptım. Projesi bana ait vakfın.

ÖZAL ÇİZDİKLERİMİZİ EVİNE ASARDI!

Türkiye tarihinde demokrat diye tanımladığınız bir lider oldu mu?

Yakışıklı diye sorsaydınız daha kolay cevap verebilirdim. Bir ara şöyle bir çalışma yaptık. İstanbul'da Karikatürcüler Derneği'nin müzesi ve galerisi vardı.Hala var mı bilmiyorum. Orada bir sergi açtık. Sergide ilkokul karnesi gibi bir karne yaptık. Bir demokrasi karnesi hazırladık. Karnede en son Turgut Özal 'a kadar olan bütün başbakanların isimleri vardı. Sergiyi gezenler sonrasında demokrasi karnesine not veriyordu. Ve böylece bütün başbakanlar izleyiciden demokrasi notu alıyordu. En çok notu Turgut Özal, Bülent Ecevit ve Adnan Menderes aldı. Diğer liderlerin notları düşüktü.

Sizce Turgut Özal demokrat mıydı?

Bunca yıl basındayım çizmediğim başbakan kalmadı. İçlerinden bir tanesi karikatürcülerle tanıştı o da Turgut Özal'dır. Tanıdığım tek adam Özal hiçbir tanesi ile tanışma şansım olmadı. Yüzlerini bile görmedim. Özal, bütün kokteyllerde yanımıza gelir hatırımızı sorardı. Bütün diğer başbakanlar çizerleri mahkemeye verirken Özal çizdiklerimizi çerçeveletip evine asardı. Bunlar bir değerdir.

Mesleğinizi en rahat yaptığınız bir dönem var mı?

Rahat yaptığım bir dönem varsa hiçbir şey yapmamışımdır. İşler sıkıştıkça rahatsızlıklar arttıkça daha çok çalışmak zorunda kaldım. Eğer yöneticiler yalan söylemezse bütün verdikleri sözleri tutsalar karikatürcülere iş kalmaz. Siyasi karikatür yapılamaz.

DANYAL'I BEĞENİYORUM

Beğendiğiniz takip ettiğiniz bir karikatürist var mı?

Yaptıkları ile değil kişilikleri ile ilgileniyorum. Yaptıklarıyla ilgilendiğim birkaç kişi var. Nezih Danyalonlardan biridir. Danyal'ın çizgi karakterleri ısrarcıdır. Nezih bir yere bir çarpı koysa onun çarpısı kendine aittir. Çizgilerinin kendine özgü bir karakteri var. Hayat boyu iddialı oldu ve bütün çizgilerinde de mizah vardır. Mesela benim mizahım çok farklı bazen var mı yok mu ben de bilmiyorum. Sadece bir tepki vermek mizah olmayabiliyor. Sonrasında da şu karara vardım: Karikatürle gülmenin mizahla ilgisi yok. Kimse de itiraz etmiyor şimdilik. Daha çok kişileri hayattaki tavırları ve dostluklarıyla seviyorum. Birkaç sevmediğim karikatürist var çizgisi de kötüdür kişiliği de kötüdür. Basında birkaç kişi var öyle. Zaten onlarında adını hatırlamıyorum. Kendini karikatüre adamış bir çok insan da vardır onlar kafa dengi oluyor. Çok fazla dostum var hepsinin de ana karakteri birbirinin aynısı. Hepsi yaşadıkları toplumda uyum sağlayamadığı meslekte tutturamadığı için hiçbirinin karikatürcü olmak aklının ucundan bile geçmeyen insanlar ben dahil. Ama o başarısızlıklar onları böyle bir yere getirmiş ve yaptıkları işi de umursamazlar yani arkadaşlığın dostluğun dışında hiçbir şeyin önemini öne çıkarmazlar. Böyle bir ortak yanları vardır karikatüristlerin. İçlerinden bir tanesi dünya karikatürcüleri için sempatik mafya örgütü diye bir kavram kullanmıştı. Çünkü herkes birbirini tanır.Mesela başka sanat dalları ile ilgilenen insanlararasında kıskançlık ve çekememezlik vardır. Edebiyatçılarda, ressamlarda ve mimarlarda da öyledir. Karikatürcülerde yoktur. Herkes birbiri ile dalga geçer çünkü yaptıkları işi de çok ciddiye almazlar. Ciddiye alınacak bir tek kavram vardır hayatın kendisi bir karikatürcü için. Onun dışındaki her şey bizim uydurduğumuz şeyler. Yani onlar için ne kavga vermeye değer ne küsmeye ne kırılmaya. Karikatürcüler böyledir değil böyle insanlar karikatürcülüğe sığınmışlardır.

Çizdiğiniz portrelerden biri ile sohbet etme şansınız olsaydı o hangisi olurdu?

Hiç düşünmedim. Yakınlarımı hiçbir zaman çizemedim. Çiziyorum çiziyorum hiç benzemiyorlar. Çünkü tarafsız değilim. Diğer kişileri çizerken kafamda sadece imaj var. O imajı kağıda geçirmek çok kolay.

DOĞAL HAYAT ÇOK DEĞERLİ

Keşke çizmeseydim ya da iyi ki çizmişim dediğiniz bir çalışmanız var mı?

Bir tane olsa öpüp başıma koyacağım. Keşke hiç çizmeseydim çok daha özgür ve çok daha rahat olurdum. Bütün bu anlattıklarım normal hayattan kopartan şeyler. Çizmek de öyle. Çizerken telaş içindeyim bir an evvel çizip normal hayatıma dönmek istiyorum. Yani, yan gelip yatmak, kedi ile oynamak, sokağa çıkmak, yemek yapmak, kitap okumak. O kadar güzel şey var ki doğal hayat çok değerli.

Bir dönem de kısa filmler çekip yönetmenlik yapmışsınız bize biraz o süreci anlatır mısınız?

Bir gün kendime şöyle bir soru sordum. Oluşturduğum kişiliği neye borçluyum? Baktım okullara çok borçlu değilim. Okullardan fazla bir şey almamışım, biraz aileme biraz anneme. Onun dışında sokaklara çok borçluyum, bir de sinemaya ve mizaha. Üç konuda borçlu olduğumu fark ettim ve bunu ödemem lazımdı. Sinemada küçük küçük başarılardan oluşan çalışmalara girdim büyük çaptaki çalışmalara giremedim. Ama onu borç ödemek olarak kabul ediyorum. Mizaha hala borcumu ödemeye devam ediyorum. Bir de devlete karşı borçluyum diye düşündüm onda da çeşitli üniversitelerde düşük ücretlerle 15 yıl öğretmenlik yaptım. Onu da borç olarak kabul etsin devlet.

Sokaklar…

Ona borcum bitmiyor. Çok yürüyorum. Sokaktaki karşılaştığım insanlarla ahbaplığı seviyorum. Baba mesleği gereği sürekli dolaşarak geçirdim yaşamımı. Bir yerde bir sene ya da iki seneden fazla kalmadık. 13 yıl boyunca 13 ayrı okulda okudum.

Editör: Haber Merkezi