Hiç unutmam…

Yıl 1977

Dağlara taşlara 'Umudumuz Ecevit' yazılmıştı…

Yazmıştık…

'Yazmıştık' dedim, çünkü ben de yazmıştım…

Henüz onlu yaşlarında bir genç irisi olarak…

Köyümüzdeki evlerin duvarlarına yazdım….

Yazdık…

Kireçle..

'Umudumuz Ecevit'ti…

Öyleydi…

Bir anıdır şimdi..

***

Çünkü sonra umudumuz olmadığını gördük…

Olamayacağını…

Sistem izin verir mi o köy-kent'lere?

Köy enstitülerini apar topar yok eden sistem, izin verir mi?

Vermedi 'netekim!'

Ecevit'in 1977 seçimlerindeki vaadleri bir ütopyaydı Türkiye için…

Öyle de kaldı…

***

Politikacı olarak tanıdık Ecevit'i… 'Umudumuz Ecevit' yıllarından ölümüne dek hep yanındaydı eşi Rahşan Ecevit.

Onu da politikayla tanıdık daha çok.

Ama o Ecevit'le ilk tanışıp evlendikleri zamanları anlatırken şöyle diyordu:

'O şiir yazacak, ben resim yapacaktım…'

***

Ne yalan söyleyeyim!

'Öyle mi yapsalardı acaba?' dediğim çok olmuştur…

Politika yaşamımızda farklı, mütavazı, örnek bir portre oluşturdular.

Oluşturdular ama bundan kaybeden şiir ve resim sanatı oldu diye düşünürüm.

Yine de bir çoğu bestelenmiş, şarkı olup dillere düşmüş şiirlere imza atan, çeviriler yapan bir Başbakan'ı görmüş olmak da bir zenginlikti bizim için.

Ülkemiz için.

Müjdat Gezen ne güzel anlattı (*) o mütavazı politikacı portresini bir anısıyla:

Müjdat Gezen'in TRT'deki ilk yılları…

Genel müdür kim mi?

Kesinlikle bir 'efsane' olan İsmail Cem.

İsmail Cem bir gün Uğur Dündar'ı çağırıyor odasına… Gidiyor o da…

Niçin çağırmıştır?

Başbakan'ın eşi Rahşan Ecevit, bir köy derneği etkinliği düzenlemiş. Sunuculuğunu Uğur Dündar'ın yapmasını istiyor…

Bunu söyleyecek.

Genel Müdür ama emir vermiyor, 'Git!' demiyor. Konuyu anlatıyor. 'Yapar mısın?' diye soruyor.

Kabul etmiyor Uğur Dündar. Çünkü, 'TRT olarak kamu kuruluşuyuz, bu bize zarar verir' diye düşünüyor. Aktarıyor düşüncelerini İsmail Cem'e…

O da, 'O zaman git, bu düşüncelerini bizzat onlara anlat' diyor…

Ecevit'in evine gidiyor Uğur Dündar.

Çalıyor kapıyı…

Giriyor ki iki de konuk var… Dünyaca ünlü müzisyenimiz Suna Kan ile Faruk Güvenç.

Bir de sofra kurulmuş…

Sofra deyince… Neler neler geliyor usa değil mi? Hele de Başbakan'ın kurduğu sofra…

Yok yok öyle değil!

Bildiğimiz kuru fasulye, pilav ve turşu…

Mazeretini anlatıyor Uğur Dündar. 'Böyle bir şey yaparsak İsmail Cem yıpratılır' diyor.

Kızmıyorlar. 'Sen kimsin!' falan demiyorlar…

Sonra evden ayrılacak. 'Nerede oturuyorsun?' sorusunu yanıtlayınca… (O günlerde Kavaklıdere'de kardeşinde kalıyormuş Uğur Dündar.) 'Seni bırakalım' diyorlar.

Biniyorlar bir otomobile…

Reno…

Kavaklıdere'ye geliyorlar ki, otomobil duruyor. Kapı açılıyor. Uğur Dündar insin diye. Bakıyor ki kapıyı açan Bülent Ecevit.

Başbakan…

Bugün düşününce 'yalan' gibi…

'Olamaz!' gibi…

***

'Bu ülke böyle politikacılar da gördü!' dedirttiler bize…

Ne güzel de…

Ben hala düşünürüm, Ecevit politikaya bulaşmasaydı, şair olarak kalsaydı… Rahşan da ressam….

Deyip keseyim…

Ecevit'in Rahşan Hanım'a yazdığı şiirden dizelerle bitireyim yazımı…

Çünkü bir sevgiliye, eşe, kadına yazılacak güzel şiirlerden birisidir Ecevit'in o güzelim şiiri:

'Birlikte öğrendik seninle / avcumuzda yüreği çarpan / kuşa sevgiyi // elele duyduk kumsalda denizin / milyon yılda yonttuğu / taşa sevgiyi'.

***

Bu yazı burada biter de…

Başlıkla ilgisi ne mi?

Bu şiirin de yer aldığı kitap, Ecevit'in bütün şiirlerini içeren 'Bir Şeyler Olacak Yarın' yayımlandığında (Doğan Kitap, 2005), tanıtım sloganı şuydu:

'Yıldızlı bir gecede göğe bakmayalı kaç ay geçti anımsar mısın…'

Politika mı sanat mı ikileminde sorduğum soruya yanıttı bu!

________________

(*) Halk Arenası Programı, Tele 1, 17 Ocak 2020.