Ebru APALAK
Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2011 Nüfus ve Konut Araştırması verilerine göre engelli vatandaşlar, Türkiye nüfusunun yüzde 22,1’ini oluşturuyor. Sayıları on milyon olan engellilerin yerel yönetimlerdeki temsiliyle yönetimlerin sosyal politikalarında kendilerine yer bulup bulamadıklarını Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Dr. Esra İnce ile konuştuk. Engelli hareketi üzerine çalışan Gazetecilik Bölümü Araştırma Görevlisi İnce, engellilerin yerel yönetimlerde “eşit yurttaşlık, erişilebilir kentler” bağlamında yok sayıldığını söyledi.

Dr. İnce, Türkiye'de 1950’li yıllarda başlayan, 1990’lı yıllardan sonra artan, yerel yönetimler nezdinde ise 2000’lerden sonra geliştirilen engellilere yönelik sosyal politikaları “erişim ve eşitlikten uzak” olarak değerlendirdi.

Türkiye'deki engelliler, yerel yönetimlerde temsil ediliyorlar mı?

Hayır, oldukça yok sayılıyorlar diyebiliriz. Yerel yönetimlerin hizmet ulaştırdıkları kimseler olarak engelliler var ancak o kadar yardım ve muhtaçlık üzerine bir şey ki tamamen “Onlara nasıl yardımda bulunabiliriz? Evde bakımlarına nasıl destek olabiliriz, nasıl yardım ulaştırabiliriz?” şeklinde. Yerel yönetimlerin yeni yeni küçük çabaları da var. Otobüslerde engellilerin binecekleri rampaları yapmak gibi ama bunlar çok sığ kalıyor. Çünkü yerel yönetimde hizmet veren grup engellilerle iletişim konusunda, tutum ve davranış konusunda çok bilinçsiz tüm halk gibi, hepimiz gibi. Onları ya mağdur ya da yük olarak görüyoruz. O yüzden eşit yurttaşlık, erişilebilir kentler bağlamında engellilerin yerel yönetimlerce de yok sayıldığını söyleyebiliriz.

DR. İNCE: ENGELLİLERE OY KULLANMA HAKKI FORMALİTEDEN TANINMIŞ GİBİ

Engelli vatandaşların yerel yönetimlere katılmalarının önünde politik ve toplumsal engellerin olduğunu düşünüyor musunuz?

Demokrasilerde seçme seçilme hakkı bağlamında düşünmek lâzım. Seçmen olarak engelliler ne durumda? Seçilme hakkına sahip olanlar açısından ne durumda? Aday olmaları konusuna gelmeden önce engellilerin oy verme yani seçme hakkını kullanmaları çok problemli. Hâlâ körlerin yalnız başına, özgür iradesiyle, yanında biri olmadan oy vermesini tartışıyoruz. Bu demek oluyor ki; özellikle modern zamanın getirdiği birey, modern vatandaş algısında engellilerin durumunun tartışılmasıdır. Beyaz erkek ve o güçlü modern bireyin dışında kalan engellilerin oy kullanmaları üzerine bile bir yöntem geliştirilmiş durumda değil. Aslında onlara formaliteden oy kullanma hakkı tanınmış gibi görüyoruz. Oy veremiyorlar, yani seçme hakkını kullanamıyorlar. Çocukluğumuzdan itibaren okullarda, gündelik hayatta, alışveriş merkezlerinde, sinemada o kadar az engelli bireyle karşı karşıya kalıyoruz ki, görünmez hâldeler. Onlar aslında “eve bağlı olması gereken kimseler” yeti yitimlerinden dolayı “tam olamamış” yani sağlamcı bir bakış açısının hâkim olduğu Türkiye'de seçilme ihtimalleri oldukça düşük görünüyor. Bu yüzden de aday çıkarılamıyor. Bizde adayın daha hareketli, “güçlü” olması beklenir. Bu yarışın içerisine engellileri dahil etmek o kadar zor ki. Partilerin de engelli aday çıkarma konusunda -tabii ki kendi çıkarları doğrultusunda- etkin olarak tercih etmeyecekleri doğal bir süreç. Bunun temeli; Türkiye'de ve genellikle dünya toplumlarında engellilerin bir artık nüfus yani o sağlamcı bakış açısıyla “tam olmayan, normal olmayan” olarak görülmesi. O yüzden ya tedavi olmaları gerekiyor ya da tedavi olamıyorlarsa bir yerde rehabilite edilmeleri, o da olmuyorsa devletin, özel kuruluşun ya da ailesinin yanındaysa onların bakımıyla evde kalması gereken kimseler olarak görülüyor. Bu durumda da toplumda göremediğimiz engellileri seçimde görmemiz oldukça zor.

“TÜRKİYE POLİTİKALARINI GENELLİKLE YARDIM ODAKLI GELİŞTİRDİ”

Yerel yönetimlerin 2000’lerden günümüze kadar engellilere yönelik ürettiği sosyal politikaları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Engellilerle ilgili politika geliştirme meselesine aslında 1950’lerden itibaren başlayan şekliyle toplumsal olarak hak odaklı mı bakıldı yoksa engellilerin muhtaçlığına yardım olarak mı? Şöyle bir ayrım var: Dünyada hak odaklı toplumsal hareketler çok gelişip engellilerin dahil edilmesi süreciyle ilgili politikalar yapılmaya çalışılıyor. Türkiye bunu hem toplumsal hem geleneksel, tarihsel, dinsel bağlamda engellilere bakış açısında o yardım etme, acıma duygusunun ağır bastığı bir toplum ve ülke olarak politikalarını genellikle yardım odaklı geliştirdi. Devletin engelli aylığı bağlaması, engellilere yardım paketi, evde bakıma destek, engelli ailelerine yardım, hep yardım. Aslında onların eşit vatandaş olarak topluma dahil edilmesi, erişilebilir toplum yaratılmasından ziyade muhtaçlık üzerinden yardım odaklı oldu. 2000’lerden sonra dünyanın ve yeni iletişim teknolojilerinin etkisiyle farklı bakış açıları sirayet etmek istedi. Bu sirayetin Türkiye'deki karşılığı ne yazık ki o muhtaç ve yardım politikalarından devam ederek yanına biraz Avrupa Birliği (AB) projeleri kapsamında daha erişilebilir kentler, engelsiz üniversiteler, engelsiz yollar şeklindeki politikalar desteklenmeye çalışıldı. Ama algıda bu yardım ve muhtaçlık meselesi ağır basıyor. Görünüşte 2000’ler sonrasında yeni iletişim teknolojileri, küreselleşme, AB politikaları ve Birleşmiş Milletler’in etkisiyle erişilebilir, engelsiz yaşamı desteklemeye çalışsak da temelde o kadar erişim ve eşitlik bağlamından uzağız ki daha dışarıda, daha öteki, daha muhtaç konumunda, daha bu tarz damgalayıcı stereotipler Türkiye'de hâkim. Bu değişimlerin maalesef içi dolamadı.

Türkiye'deki yerel yönetimlerin hizmetlerini, Avrupa ülkeleri ve AB üyesi ülkelerle karşılaştırdığınızda ne gibi eksiklikler dikkatinizi çekiyor?

Hepimizin sade vatandaşlar olarak görebileceği -ki benim araştırma yaptığım alan olduğu için- daha farkındalığı yüksek olan bir şey var: Kör vatandaşlar için yapılan yollarda hiçbir şekilde ilerlemeniz mümkün değil. Oralara arabalar park ediyor. Yol yapım çalışmaları oluyor. Sokağa çıktıkları andan itibaren bu politikaların Türkiye'de büyük bir bencillikle bertaraf edildiğini görüyoruz. Birincisi bu. İkincisi; tekerlekli sandalyeli bir vatandaşın sosyalleşeceği alanlara şu an erişimi çok zor. Okulları düşünelim. Yapılmaya çalışılan bir şeyler var. Ama algı ve tutumları değiştirsek fiziksel altyapıyı değiştiremiyoruz. Fiziksel altyapıyı onlara uyarlasak algılar kalıyor. Bunların bir arada ilerlemesi gerekiyor. Hem gündelik hayata hem kamusal alana dahil olmaları hem de erişilebilir olması için fiziksel şartlar sağlansa bile engelleniyor. Asansörlerden örnek verelim: Bunlar engelli vatandaşlar kullansın diye çok iyi düşünülmüş. Ama bunlar engelli olmayan bizler tarafından o sağlamcı bakış açısıyla engelleniyor. Çünkü o kadar çok görmemeye alışmışız ki aklımıza bile gelmiyor. Tabii ki bu sadece engelliler için de geçerli olmuyor. Bir süre sonra yaşlılar için de geçerli olacak. Aslında “anormal beden”lerin dışarıda olmasını istemeyen algıdan kaynaklı fiziksel altyapıyı değiştirsek de erişilebilir hâle bir türlü getiremiyoruz. Avrupa'dan farklı olarak Türkiye'deki sıkıntı şu an bu. Hem o algının, tutumun değişmesi hem de fiziksel altyapının değişmesi gerekiyor. Bu birlikte olmak zorunda.

Editör: Sezer Ç.