Klasik müzik sanatının unutulmazlarından Ludwig van Beethoven, müzisyen bir ailenin çocuğudur. Genlerinde vardır müzik…

Onun yeryüzünde nefes alıp verme nedeni müziktir.

Kendi de ayrımındadır bunun. 1800'lü yılların başında henüz otuz yaşındayken kulaklarında beliren bir rahatsızlık işitme duyusunu yitireceğinin işaretlerini verince intiharı düşünmesi de bundan... Ancak o, yine müzik için bu kararından vazgeçmiş, yeni bestelere soyunmuş, insanlığa büyük 'ses anıtları' kazandırmıştır.

Kazandırmıştır da, kulaklarındaki rahatsızlık iyice artmış, 49 yaşına geldiğinde tamamen duymaz olmuştur.

Damarlarında kan yerine notalar dolaşan bir insanın duymaz olması… Ezgileri, konuşulanları, kuşları, doğayı dinleyememesi ne korkunç!

Korkunçtur da, besteci, bu döneminde yazdığı 9. Senfoni'yle müzik tarihinde apayrı bir yer edinmiştir. Çünkü ezgilerle yetinmeyip, insan sesini de eklemiştir müziğine. Schiller'in 'Neşeye Övgü' şiiridir seslendirilen. Şairin gencecikken, henüz 25 yaşındayken arkadaşına, Christian Gottfried Körner'e yazdığı bir şiir.

Beethoven de, erken tanışmıştır şiirle. Yaklaşık otuz yıl önce düşünmüştür bu şiiri müzikle buluşturmayı… Düşünmüştür de, yıllar sonra, ömrünün sonlarında, kulakları iyice duymazken bestelediği belki de en ünlü bestesinde yerini alıvermiştir dizeler…

'Tüm yaratıklar neşe emer / Doğanın göğsünden…'

***

9. Senfoni, keder ve ölüm duygusunun yaşama sevincine, neşeye yenilmesinin senfonisidir.

Beethoven'se, öyle bir müzisyendir ki, 19. yüzyıl bestecileri onun gölgesini üzerlerinde duyumsamış, ona hayran olarak, ondan etkilenerek, onun büyüsü altında yapmışlardır bestelerini… Schubert'ten Berlioz'a, Mendelssohn'dan Brahmms'a…

9. Senfoni artık duymadığı dönemin ürünüdür. 1822'de başlamıştır ilk çalışmalarına. Yaklaşık üç yıldır duymamaktadır sesleri… Böyle bir döneminde…

1824'te Viyana'da yapılan ilk yorumunu da dinleyememiştir doğal olarak. Ve müzik tarihinde en çok anılan bestesi olmuştur.

***

Aradan onlarca yıl geçer… 'Onlarca yıl' ne demek! Neredeyse iki yüzyıl…

Karlı bir kış gününde İstanbul'dan Ankara'ya doğru yol almaktadır bir otoüs. Şimdiki otoyol değil canım, o eski yoldan… Yolcular doya doya izler kar manzarasını… Ancak otobüs Ankara'ya yaklaşırken şoför, sol yanındaki pencere kenarında dizili 'kelebek serisi' klasik müzik kasetlerinden birisini çıkarıp takar teybe. İleri geri sardırır kaseti. Çünkü özellikle dinlemek istediği bir bölümü vardır müziğin. Bulduğunda basar düğmeye. Sesi kısıktır teybin. Yolcuları rahatsız etmeyecek şekilde usul usul bir ezgi salınır o karlı manzaranın içinden Ankara'ya doğru…

Beethoven'in 9. Senfonisidir çalan. Hem de Schiller'in dizelerinin seslendirildiği bölüm… Kargasekmez mevkisindedirler. Güneş yüzünü göstermeye başlamıştır. O bölüm bitince teybi kapatıp kaseti yerine koyar şoför.

***

O şoför ki, o Mesut Kaptan ki, şehirlerarası yolculuklarında Ankara'ya doğru otobüs salındığında her zaman bu müziği dinler… Çünkü onun kentlerle ilgili belirlediği müzikler vardır… Ankara için bunu seçmiştir…

İzmir'e girerken Vivaldi'nin 'Mevsimler'ini dinler, 'Yaz' bölümünü; Kars'a girerken Chopin'in noktürnlerini… Ankara için ille de 9. Senfoni… Dahası 'Neşeye Övgü' bölümü…

Niye acaba?

Ankara'nın, bütün tarihsel geçmişine karşın yeni bir kent olması; bağımsızlığın, modern yaşamın simgesi olması olabilir mi?

***

Bu anlattığım hem bir hayal, hem bir gerçek…

Çünkü o otobüs kaptanı gerçek… Bir anı kişisi… Aynı zamanda bir roman (*) kişisi…

Ankara… Bağımsızlık… Modern yaşam…

Bugün geldiğimiz noktada, bunlar da hem gerçek, hem hayal değil mi?

________________

(*) Serdar Aydın, 'Sevda ile Kara', A7 Kitap Yayıncılık, Birinci Baskı: Eylül 2019, İstanbul.