Biraz kaba olacak ama tam da memleketin aşı ile ilgili durumu 'bugün yediğin hurmalar…' noktasında… Gerçi işin ceremesini hurma yemeyi tercih eden karar vericiler değil, millet çekiyor her zaman olduğu gibi… Sen sahip olduğun değerlerini korumaz, günübirlik politikalar ile gözden çıkartırsan bugün Çin'den, Almanya'dan gelecek aşının yolunu gözlersin… Kedinin ciğere baktığı gibi aşıya öyle uzaktan bakarsın…

Yok muydu bu ülkenin aşı geliştirecek bir enstitüsü? Elbette vardı… Ama o enstitüye ne olduğunu bir kez daha hatırlatalım ibret için!

AKP iktidarının 2011 yılında bir KHK ile kapanmasının yolunu açtığı Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü… Gazi Mustafa Kemal'in 27 Mayıs 1928 yılında Ankara'da kurdurduğu Enstitü… Halk sağlığı temel laboratuar hizmetleri ile birlikte ulusal referans laboratuarı niteliğinde… Sağlıkta bir çok ilke imza atan Sağlık Bakanlığı'na bağlı olarak faaliyetlerini sürdüren kurumun sorumluluğu, 4 Ocak 1941'de gelişen ve değişen ihtiyaçlar doğrultusunda yeniden belirleniyor. 1983'te Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı adını alıyor… Ve Sağlık Bakanlığı bağlı kuruluşu konumuna getiriliyor.

Sonrasında ise 663 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) 2/11/2011 tarihinde yürürlüğe girmesi ile Türkiye Halk Sağlığı Kurumu'na devrediliyor… Türkiye Halk Sağlığı Kurumu'nun daha sonra Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü olarak isimlendirilmesinin ardından söz konusu müdürlük altında Refik Saydam Hıfzıssıhha adını taşıyan bir birim ne yazık ki kalmıyor… Yani bir KHK ile hayati önemi olan ve hatta olmazsa olmaz bir sağlık kurumu ortadan kayboluyor… Sonuç olara aşı için ithalat dışında seçenek de kalmıyor… Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı'nın hizmette olduğu süreçte gerçekleştirdiği çalışmalar ilgili de bir hatırlatma geçelim…

Yıl yıl bakın neler yapmış bu bir KHK ile yok edilen Enstitü…

1931; Ağız yoluyla uygulanan BCG Aşısı üretimi. 1932; ülkeye yetecek kadar serum üretimi ve serum ithalatının durması. 1933; Simple Metodu ile kuduz aşısı üretimi. 1934; İstanbul Aşıhanesi'nin Enstitü bünyesine nakli ve çiçek aşısı üretimi ülke ihtiyacını karşılayacak düzeye gelmesi. 1942; Tifüs aşısı ve akrep serumu üretimi. 1948; Boğmaca aşısı üretimi, İnfluenza virüsü, New-Castle virüsü ve tavuk vebası üzerine araştırmaların başlaması. 1950; İnfluenza Laboratuvarı'nın Dünya Sağlık Örgütü tarafından Uluslararası Bölgesel İnfluenza Merkezi olarak tanınması, influenza aşısı üretimi. 1958; Frenginin modern yöntemlerle teşhisi. 1965; Kuru çiçek aşısı üretimi. 1970; Fibrinojen, albumin ve gamma globulin üretimi. 1983; Kuru BCG aşısı üretimi. 1987; AIDS Araştırma ve Doğrulama Merkezi'nin açılması. 1992: Kan ürünlerinin viral inaktivasyonu.

İşte Türkiye'nin asıl üzerinde durulması gereken aşı gerçeği bu… Bakmak gerek, kime yaradı acaba? Bu kadar önemli bir Enstitünün kapatılması… Ve tarımda, gıdada olduğu gibi aşıda da ihracatçı konumundayken dışa bağımlı hale gelmek… Kime yaradı dersiniz?