Bu sezon Düşkapanı’nda üç yetişkin ve üç çocuk oyunu oynanıyor. Oynanan oyunlar, “O Kız Buraya Gelecek”, “Olmak ya da Olmamak”, “Tanık Sizindir”, “Mavi Burun”, “Keloğlan ve Dr. Sihirbaz” ve “Karagöz ve Hacivat.” Düşkapanı Sanat Merkezinde her yıl Temel Oyunculuk Eğitimi de veriliyor. Düşkapanı Sanat Merkezi kurucularından Evren Ersan, “Artık insanımızın sorusu kalmadı. Soru sormaya korkuyorlar. Hazır cevaplarla yetiniyorlar. Ve en kötüsü anlık mutluluklar peşindeler. Bu nedenle belki de kahve kültürü de bu kadar arttı. Kahve içip mutlu olmak için. Halbuki sorun kahveyle ilgili değil ki.. Benzer durum tiyatroda da var. Seyirci özgün ve güncel yapımları tercih etmiyor. Zaten bildiği uyarlamaların peşinde daha çok. Çünkü tehlikesiz ve güvenli alan. Oyuna gidecek ve performans izleyip dönecek. Veyahut bir stand up gösterisinde ya da doğaçlama gösterisinde gülüp anlık rahatlama sağlayıp evine rahatlamış olarak dönecek. Maalesef tiyatro da artık antidepresan olarak kullanılıyor.” dedi.
• Kurucusu olduğunuz Düşkapanı Sanat Merkezi hakkında neler söylersiniz? Topluluğun yapısından, faaliyetlerinizden ve mevcut durumunuzdan bahseder misiniz?
Düşkapanı Sanat Merkezi adını “Düşkapanı” denilen bir eşyadan almıştır. Rüya yakalayıcısı olarak da bilinir. Bu eşyanın üzerindeki tüylerin iyi düşünceleri kendine çektiğini ortasındaki ağların da kötü düşünceleri yakalayıp yok ettiğine inanılıyor. Biz de aslında tam bunu amaçladık. Bizim olduğumuz yerde kötü düşünceler yok olsun iyi düşünceler var olsun istedik. Bunu sanatla yapmayı amaçladık. Kurulduğumuz 2008 yılından beri de bu doğrultuda ilerliyoruz. İlk başta sadece sanat eğitimleri verirken 2015 yılında 100 kişilik bir sahne açtık. Bu sahnede hem yetişkin hem de çocuk oyunlarımızı oynuyoruz. Aynı zamanda diğer ekipler de bu sahnede kendi tiyatro oyunlarını, konserlerini, seminerlerini icra edebiliyor. 14 kişilik bir oyuncu kadrosuna sahibiz şu anda. Hepsi de bizimle gönülden bağlı insanlar. Hep birlikte bir düşkapanı var etmeye çalışıyoruz. Fakat asıl Düşkapanı’nın bel kemiği kardeşim Ebru Ersan’dır. O olmasa hiçbiri olmazdı. Tabi teknik anlamda Murat Atmış ve Alper Sözen de bize her türlü destek oluyor.
• Bize bu sezonda Düşkapanı Sanat Merkezi’nde oynanan oyunlardan bahsedebilir misiniz?
Bu sezon Düşkapanı’nda üç yetişkin üç çocuk oyunu oynanmakta. Oyunlarımızdan birisi “O Kız Buraya Gelecek” oyunudur. Bu oyun komedi olmasına rağmen aynı zamanda içinde birçok mesaj veriyor. Hayattaki keşkelerimize yönelik bir incelemedir aslında. Keşke demeli mi dememeli mi? Fantastik bir yapısı da var. Kahramanımız Başaran, kendisini terk eden sevgilisi Melis’i kazanmak için geçmişe yolculuk yapar. Bu yolculuğa ön ayak olan ise matrak bir cindir.
Bir diğer oyunumuz ise “Olmak ya da Olmamak.” Bu oyun ise hepimizin belki de her gün yaşadığı gerçekler ve ideallerin çatışmasıdır. Günümüzde sevdiğimiz işi bile sevdiğimiz şekilde yapamıyoruz. İdealist olmak ciddi bedeller istiyor ve maalesef karşılık bulmuyor. Oyunumuzda bu çatışma şizofrenik bir oyuncu tarafından veriliyor. İçinden çıkamadığı sorununu daha önce oynadığı rollere bürünerek çözmeye çalışıyor. Seyirciyi hem güldürüyor hem de o düşünceden bu düşünceye savuruyor.
Üçüncü oyunumuz ise “Tanık Sizindir.” Polisiye komedi bir oyun. Bu oyun enteresan bir oyun. Çünkü polis sorgularına seyirci de katılabiliyor. Seyirci ile şüpheliler direkt ilişki kurabiliyor. Böylece bir cinayet çözülmeye çalışılıyor. Cinayet aydınlandığında ise zaten kimse cinayeti yapana odaklanmıyor. Cinayet sebebi çok önemli çünkü. Fakat sürprizinin bozulmaması için bu sebepten bahsedemeyeceğim.
“ÇOCUK OYUNLARINI ÇOK ÖNEMSİYORUZ”
Çocuk oyunlarımız ise insanın en değerli varlık olduğunu anlatan “Mavi Burun”, paranın değil mutluluğun asıl hediye olduğunu söyleyen “Keloğlan ve Dr. Sihirbaz”, hazırcılığın değil emeğin değerini anlatan “Karagöz ve Hacivat” oyunlarıdır. Çocuk oyunlarını çok önemsiyoruz. Çünkü yapacağımız ufacık bir hata çocuklarda büyük bir karşılık bulabilir. Bu nedenle son derece titizlikle çalışıyoruz.
• Düşkapanı Sanat Merkezi’nin yazarlık ve oyunculuk atölyesi açmak gibi bir girişimi var mı ya da olacak mı?
Düşkapanı Sanat Merkezi’nde her yıl Temel Oyunculuk Eğitimi verilir. Bu eğitimin ilk aşaması oyuncu olmamızı engelleyen bariyerlerimizdir. En iyi oyunu çocuklar oynar. Biz yetişkinler ise büyüdükçe bilincimizle kendimizi engelleyen bariyerler yaratırız. Bizim ilk amacımız bu bariyerleri sorgulamak ve esnetmektir. Daha sonra ise teknik çalışmalara gireriz. Şu an hali hazırda yeni başlamış ve iki ya da üç yıldır iki eğitim ekibimiz var. Bu ekipler her yıl iki ayrı gösteri yaparlar. Gerektiğinde de asıl ekiplerin arasına katılabilirler.
“SANAT ÜRETİCİLERİ İÇİN ÇEMBER HER GÜN DARALIYOR”
• Tiyatro üretmek için çoğu zaman “yokluklara” direnmek gerekiyor. Genellikle “tek perdelik ve olabildiğince az oyuncuyla” tiyatro oyunları hazırlanıyor. Bu kadar sorunla nasıl baş ediyorsunuz?
Aslında baş edebiliyor muyuz tartışılır. Bizim gibi sanat üreticileri için çember her gün daralıyor. Biz oyuncu sayısını azaltmadık. Sadece oyunun gerektirdiği kadar oyuncuyla devam ettik. “Tanık sizindir” 9 kişi, “O Kız Buraya Gelecek” oyununda ise 5 kişi kadrolu. Sadece “Olmak ya da Olmamak” tek kişilik ama o da oyunun gereği olduğu için. Her şeyden önce maalesef devlet bizi tacir olarak görüyor. Hâlbuki biz ancak masraflarını karşılayabilen hatta bazen bunu bile yapamayan sanat üreticileriyiz. Kimse zengin olmak için tiyatro yapmaz. Mantıksız olur. Fakat buna rağmen diğer esanaflar gibi vergi ve SGK ödüyoruz. Maalesef belediyelerden ya da Kültür Bakanlığı’ndan ciddi bir destek yok.
• Tiyatroyla ilgilenen oyuncuların, tiyatroyla ve oyunculukla ayrı bir bağı olduğunu, televizyon ve sinemada yer alan oyunculardan daha vefalı ve duygusal baktığını düşünüyor musunuz?
Kesinlikle. Zaten tiyatrodaki oyuncular dizilerde oynasalar bile öncelikleri hep tiyatro oluyor. Çünkü burada başka bir manevi bağ var. Bu bağ dizi oyunculuğunda yok. Zaten birçok dizi oyuncusu da tiyatrodan aynı parayı kazansa bence hepsi de tiyatroyu seçer.
“SEYİRCİ ÖZGÜN VE GÜNCEL YAPIMLARI TERCİH ETMİYOR”
• Sanatın her alanında son yıllarda özgün üretim konusunda ciddi bir sıkıntı yaşanmakta. Sinemada ve televizyonda yabancı yapımlar uyarlanıyor. Tiyatroda durum biraz farklı. Klasikler tiyatronun en önemli besin kaynaklarından ve tiyatro için büyük bir zenginlik. Ancak klasiklerin dışında tiyatroda da yabancı oyunların uyarlandığına sıklıkla rastlıyoruz. Siz tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz? Kendi hikâyelerimizi anlatmak yerine hazır hikâyelere başvurmak sizce doğru mu?
Her şeyden önce olaya şuradan bakmak gerekiyor. Artık insanımızın sorusu kalmadı. Soru sormaya korkuyorlar. Hazır cevaplarla yetiniyorlar. Ve en kötüsü anlık mutluluklar peşindeler. Bu nedenle belki de kahve kültürü de bu kadar arttı. Kahve içip mutlu olmak için. Halbuki sorun kahveyle ilgili değil ki.. Benzer durum tiyatroda da var. Seyirci özgün ve güncel yapımları tercih etmiyor. Zaten bildiği uyarlamaların peşinde daha çok. Çünkü tehlikesiz ve güvenli alan. Oyuna gidecek ve performans izleyip dönecek. Veyahut bir standup gösterisinde ya da doğaçlama gösterisinde gülüp anlık rahatlama sağlayıp evine rahatlamış olarak dönecek. Maalesef tiyatro da artık anti depresan olarak kullanılıyor. Hâlbuki özgün ve güncel yapımlar yapan tiyatrolar var. Böyle yazarlarımız var. Ancak tercih edilmedikleri için küskün ve suskunlar. Biz de oyunlarımızı ‘Seyirci ne istiyor’ diye değil ‘Seyircinin neye ihtiyacı var’ diyerek hazırlıyoruz. İnsanımızın güncel sorunlarına değinmeye çalışıyoruz. Özgünlüğümüzü de bu yönde ortaya koyma peşindeyiz.