Genç bir sanatçı olarak Ankara seyircisi ile buluşmaya devam eden Tiyatro Oyuncusu Oktay Berk Gürsoy, mesleki deneyimlerini Başkent’e anlattı. Tiyatroculuğunu; dizi, sinema ve reklam alanlarında da zenginleştirmek istediğini belirten Gürsoy, “Oyunculuğun her alanını tatmak istiyorum. Tiyatro her zaman hayatımda olacak bir parça. Bunun yanında dizi, sinema ve reklam alanlarında da tecrübe kazanmak istiyorum” dedi. Sorularımıza samimi yanıtlar veren Gürsoy, sanatta “özgürlük” kavramının önemine değinerek, “Sanatın eleştirel bir gücünün olması ve bu konuda ayrıcalık tanınması kanaatindeyim. Özgür olunmadığı takdirde belirli bir kalıp içerisinde adeta birer robotmuşuz gibi başkalarının isteyip sizin inanmadığınız bir şeyi seyirciye aktarmak büyük dezavantajları da beraberinde getirebilir” ifadelerini kullandı.

·       Sizi tanıyabilir miyiz? Tiyatro süreci nasıl başladı?

Ben Oktay Berk Gürsoy. 30 Ekim 1997 yılında Ankara’da dünyaya geldim. Oyuncu olmaya sekizinci sınıfta karar verdim. Aileme bu kararımı belirttiğimde ilk başta kolaya kaçtığımı düşündüler fakat daha sonrasında konservatuar hazırlık sürecimi ve yetenek sınavı sürecini onlarda benimle beraber yaşadıkları için aslında zor yolu seçtiğimi anladılar. Hep destekçim oldular ve hala da olmaya devam ediyorlar. Haklarını ödeyemem asla… Daha sonrasında Cantuğ Turay’ın tiyatrosu olan Ritüel Sanat Merkezi’nde eğitim almaya başladım ve bu süreçte çocuk oyunları ve yetişkin oyunları dahil birçok oyuna çıkma imkanı buldum. Liseyi bitirdikten sonra 3 sene şehir şehir dolaşıp yetenek sınavlarına girdim. Dürüst olmam gerekirse bu üç sene içerisinde mental açıdan çok zorlandığım zamanlar oldu. İçimde hayata karşı geç kalınmışlık hissiyatı doğuyordu. Bu baskıyla mücadele ederken 3’üncü senemde İstanbul’a gittim ve iki okulun yetenek sınavını kazandım. Kazandığım okullar İstanbul Aydın Üniversitesi ve Yeditepe Üniversitesi’nin konservatuar bölümüydü. Bu iki okulu kazanmadan birkaç ay önce çok ilginç bir olay yaşadım buna da değinmek istiyorum. Mental açıdan zorlandığım bu süreçte İstanbul’a gitmeden önce son bir kez devlet Tiyatrosu’nda bir oyun izlemeye karar verdim. Salona girdim ve yerime oturdum. İçimden Allah’ım lütfen artık bana bir işaret yolla ki bana güç versin sınavlarda diye dua ettim. Eğer herhangi bir işaret yollamazsan konservatuar hayalimden vazgeçeceğim diye dua ettiğimi hatırlıyorum. Oyun başlamıştı ve oyunun bir sahnesinde başrol oyuncusu sahnede şarkı söylüyordu ve elinde de bir gül vardı. Elindeki gülü seyircilere doğru fırlattı ve o gül kucağıma düştü. Bir anda herkes bana bakar olmuştu oyunda ve tüylerim diken diken olmuştu. İhtiyacım olan işaret buydu demiştim içimden gülerek… Ve o gülü hala evimde çerçeveli bir şekilde saklıyorum. Yaşadığım bu olaydan sonra daha önce de belirttiğim gibi İstanbul’a gittim ve iki okul kazandım. Tercihimi de İstanbul Aydın Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Drama Ve Oyunculuk bölümünden yana kullandım. 2022 yılında da mezun oldum. Şu anda Kobat Sanat Merkezinde, Aytekin Kobat önderliğinde aktif olarak oyunculuk yapmaya çalışıyorum ve dizi, sinema, reklam alanlarında da çeşitli auditionlar atarak kariyerime bu yoldan da devam etmek istiyorum.

“BABAM YAZDI BEN OYNADIM”

·       Bu güne kadar rol aldığınız oyunlardan ve can verdiğiniz karakterlerden bahseder misiniz? Sizi en çok etkileyen rol ne oldu?

Birçok çocuk oyununda görev aldım ve aynı zamanda yetişkin oyunlarında da oynama fırsatı buldum. Hala da aktif bir şekilde birçok yeni rolü deneme fırsatı yakalıyorum. Hepsinin ayrı bir dinamiği ve ayrı bir heyecanı var. Aslında beni de oyuncu kişisi olarak diri tutan şeylerden birisi de bu. Oynadığım roller arasında karşılaştırma yapmıyorum çünkü hepsinin bana kattıkları ayrı ve güzel şeyler… Fakat bir rol vardır ki benim için her zaman yeri ayrı olacak. Babamla benim ortak bir hayalim vardı. Babam da aynı zamanda yazmayı seven bir kişi ve hep bana “Oğlum ben yazacağım sen oynayacaksın” derdi. Ve bir gün gerçekten “Kapılar” adında tek kişilik bir oyun yazdı. O oyunda Otto Meyer karakterine hayat verdim. Manevi anlamda apayrı şekilde özel hissettiğim bir roldü Otto Meyer... Babamın aynı zamanda 6 tane polisiye romanı var ve yazmaya da devam ediyor. Tüm bu romanların yanında benim için tek kişilik bir oyun yazması ve bu oyunu sahnelemem benim açımdan ve ailem açısından unutulmaz anılara yer açtı. Bu yüzden Otto karakteri benim için manevi anlamda da büyük bir önem teşkil ediyor.

“İNANIYORUM Kİ ÇABAMIN MEYVESİNİ ALACAĞIM”

·       Türkiye’de sanat yapmak ve sanatçı olmanın zorlukları neler?

Her meslek grubunun bir zorluğu var. Çevremde birçok meslek grubuna ait kişiler var ve onların da yaşadığı zorlukları mesleki anlamda görüyorum. Ben oyunculuğun her alanını tatmak istiyorum. Tiyatro her zaman hayatımda olacak bir parça. Bunun yanında dizi, sinema ve reklam alanlarında da tecrübe kazanmak istiyorum. Fakat görüyorum ki projelerde kemikleşmiş bir kadro var ve o kadroya girebilmek gerçekten çok çok meşakkatli bir iş. Günümüzde “noname” olarak tabir edilen yani tanınmayan oyunculara dijital mecrada çok şans verildiğini üzülerek belirtmeliyim ki düşünmüyorum. Oyuncu kişisi olarak kamera önünde de kendimi göstermek istiyorum ve çevremde de aynı hayallere sahip olduğum, canla başla mücadele eden arkadaşlarım var. Bu sektörde birçok hayali olan benim gibi kişiler var. Çoğu zaman kırılmaz bir döngünün içerisinde çabalayan bir oyuncu kişisi olarak görüyorum kendimi. Ama ne olursa olsun kendimi mental açıdan güçlü tutup hayallerim doğrultusunda çalışmaya devam ediyorum ve edeceğim de… Bir oyuncu kişisi olarak kendi sektörüme baktığımda çoğu zaman adil bir yarışta görebildiğimi söyleyemem. Ne zorluk yaşarsam yaşayayım önce iyi bir insan olup sonrasında da bu mesleği hakkıyla, adaletli olarak yılmadan ömrümün sonuna kadar yapacağım ve bir gün inanıyorum ki tüm çalışmalarımın ve çabamın meyvesini alacağım.

“HER BİREYİN İÇİNDE OYNAMA DÜRTÜSÜ VAR”

·       Size göre iyi bir oyuncu olabilmek için gereken bilgi birikimi ve pratik, hangi prensipler üzerinde kurulmalı?

Ben hayatta her bireyin içinde bir oynama dürtüsünün olduğunu düşünüyorum. Bence bir birey, içindeki bu oynama dürtüsünü keşfetmeli ve açığa çıkartmalıdır. Bunu keşfettiği zaman ve açığa çıkardığı zaman ortaya çok lezzetli işler çıkabilir. Aynı zamanda disiplin de çok önemli. Bir oyuncu kişisi kendisini geliştirmedikçe ve gerekli özveri ve çabayı göstermedikçe yeteneği bir işe yaramaz diye düşünüyorum. Aynı zamanda oyunculuk da mental açıdan güçlü kalabilmenin de önemli bir mihenk taşı olduğunu düşünüyorum. Hayatın her alanında olması gerektiği gibi oyunculukta da hata yapmaktan korkmamamız gerekiyor ve her fırsatta yeni şeyleri denemek ve araştırmacı kimliğimizi ön plana çıkarmamız gerekiyor. Bunlarla birlikte etrafı gözlemleyip gözlem yapabilme yeteneğimizi de geliştirerek istekli olursak bu bizim işimize oldukça yarar.

·       Gerek dünyada gerekse Türkiye’de birçok kez tiyatro ile sinemanın yolu kesişti. Birçok oyun filme uyarlandı, televizyonlarda gösterildi. Siz sinema ve tiyatro arasındaki ilişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?  Bunun avantajları, dezavantajları neler?

Sinema ve tiyatronun temelinde de oyuncu ve seyirci var. Belirli çatışmalarla yazılan bir senaryoyu seyirciye sinema ve tiyatro yoluyla aktarıyoruz. Sinema ve tiyatronun elbette farklılıkları da var. Örneğin sinema ve tiyatro alanlarındaki oyunculuk teknikleri birbirinden farklı. Kamera önünde daha minimal olunması gerekirken tiyatroda genellikle bu minimallik olmuyor. Teknik açıdan bu iki alanda farklı gibi gözükse de aslında birleştiğinde ortaya unutulmaz işler çıkabiliyor. Herhangi bir tiyatro eseri sinemaya uyarlanırken belirli tiyatro teknikleri ile kamera önünde gösterilemiyor. Sinemanın da kendi içinde kuralları var ve bu kurallara uygun olarak seyirci karşısına film sunuluyor. Bana göre sinema ve tiyatroyu birbirinden tamamen bağımsız gibi düşünmek doğru gelmiyor. Teknik açıdan farklılıklar olabilir kabul ediyorum ama günümüzde de filmlere uyarlanan oyunlar mevcut. Hatta bazı unutulmaz filmlerin sahneye uyarlanmış hali de var. Bu yüzden bu iki alanı birbirinden bağımsız görmememiz gerektiğine inanıyorum. Bunun avantajını da bu iki alanı birleştirerek sanatsal bir bütünlük kurma anlamında şans olarak görüyorum. Tabii ki bu iki alanı birleştirirken tiyatro ve sinemanın kurallarının da bilincinde olmak gerekir ve buna uymadığı takdirde bunun da dezavantaj yaratabileceği kuşkusuz.

“SANATIN ELEŞTİREL BİR GÜCÜ OLMALI”

·       Bir tiyatrocu olarak “özgürlük” kavramı hakkında ne söylersiniz?

Bir tiyatro sahnesinin dış dünyadan bağımsız bir şekilde ama aynı zamanda dış dünyaya bir ayna görevi görecek şekilde olması gerektiğini düşünüyorum. Burada da bahsettiğiniz özgürlük kavramı ön plana çıkıyor. Bu durumun aynı şekilde beyaz perde için de geçerli olması gerektiğine inanıyorum. Bu anlamda sinema ve tiyatroyu da iç içe katarak sanatın eleştirel bir gücünün olması ve bu konuda ayrıcalık tanınması kanaatindeyim. Özgür olunmadığı takdirde belirli bir kalıp içerisinde adeta birer robotmuşuz gibi başkalarının isteyip sizin inanmadığınız bir şeyi seyirciye aktarmak büyük dezavantajları da beraberinde getirebilir. Bu bağlamda baktığımızda sanatın ve sanatçının, bireylerin özgür olması ve özgür hissetmek istemesi çok doğaldır.

“DÖRDÜNCÜ DUVAR YIKILMAMALI”

·       Tiyatro ve sinemanın olmazsa olmazı seyirci... Oyun esnasında bire bir temas kurulabilen tiyatro seyircisi sizin için ne ifade ediyor? Bu bağlamda özellikle Ankara seyircisini değerlendirir misiniz?

Seyirci faktörü, tiyatroda çok önemli hatta temel yapısı diyebiliriz. Bir oyuncu sanatını icra ederken o sanatsal hazzı yaşamanın yanında aynı zamanda seyirciye de o hazzı yaşatmak ister. Bunun için geceli gündüzlü provaları alıp disiplinli bir şekilde sahneye çıkar. Tiyatroda; sesçisinden, ışıkçısına, oyuncusuna, senaristine, seyircisine her şey birbirleriyle bağlantılıdır. Birisi olmazsa diğerlerinin pek bir anlamı kalmıyor. Tabii tiyatronun içerisinde belirli teknikler var. Bazı oyunlarda dördüncü duvar dediğimiz seyirciyle oyuncular arasında örülen o hayali duvar yıkılabiliyor. Bu kişiden kişiye göre değişebilir fakat ben dördüncü duvarın yıkılmaması gerektiğini düşünüyorum. Oyunun başından sonuna kadar o hayali duvarın örülü bir şekilde kalması bence seyirci ve oyun arasındaki kurulan o köprüyü de sağlam tutuyor. Ankara seyircisinin tiyatroya olan bağlılığı oldukça fazla diyebiliriz. Ankara’da yaşadığım için Ankara seyircisini bu anlamda net bir şekilde görüyorum ve bu durum beni oldukça mutlu ediyor. Tabii bazı kesimler oyunlar konusunda seçici davranabiliyor. Çeşitli internet sitelerinde oyunlar hakkında görüşlerini bildirebiliyorlar. Bu bağlamda seyircilerin de fikirleri alınarak oyun yeniden revize edilebiliyor. Bu da bence seyirci ve tiyatronun bir bütün olduğunun en büyük göstergesi.

 ·       Son zamanlarda teknoloji desteği ile tiyatroda farklı oyun sahneleme teknikleri ile denemeler yapıldığı görülüyor. Siz, teknolojinin tiyatroya entegre edilme fikrine nasıl bakıyorsunuz? Bu bağlamda tiyatronun korunması gereken özellikleri olduğunu düşünüyor musunuz?

Bu soruya pandemi döneminde farkına vardığım bir izlenimimi aktararak cevap vermek istiyorum. İstanbul’da okurken Haluk Bilginer’in “Pencere” oyununu izlemeye gitmiştim. İlk izlemeye gittiğimde daha ortada pandemi yoktu ve oyundan çıktığımda keyif alarak çıkmıştım. Oyunda bir sahnede kadın oyuncu yemek yapıyordu ve o yemeğin kokusu tüm salona yayılmıştı. O gerçeklik beni çok etkilemişti. Daha sonrasında hayatımıza pandemi girdiğinde birçok tiyatro kurumları dijital alana yönelerek oyunlarını seyirciye aktarmaya çalıştılar. Ben de Pandemi döneminde “Pencere” oyununu bilgisayar başında izleme fırsatı buldum ikinci defa… İlk izlediğim rejilerle her şey aynıydı fakat ikinci izlediğimde eksik olan bir şeyi fark ettim. Kadın oyuncunun yapmış olduğu yemek kokusunu bu sefer haliyle alamıyordum. Bu bazıları için küçük bir detay olabilir ama benim için çok şeyin anlamını ifade ediyordu. Oynanan oyunlarda sahne üstünde çeşitli teknolojik aletlerle var olan durum ve duygu seyirciye aktarılabiliyor. Ben buna da karşı değilim asla... Aksine dünya gelişiyor ve zaman geçtikçe teknolojik anlamda imkanlarımız da artıyor. Bu imkanları da olumlu olacak şekilde hayatımızın bir bölümüne koyduğumuz sanat alanında da kullanmak bence oldukça faydalı olacaktır.

·       Geleceğe dönük planlarınızdan bahseder misiniz?

İlk etapta kendimi oyunculuk anlamında ve teorik anlamda olabildiğince geliştirmek istiyorum.Tiyatro çok büyük bir hayalimdi ve konservatuar okuyarak hayallerimden birini gerçekleştirdim. Şu an tiyatro yapma imkanı da buluyorum. Fakat bu başka hayallerimin ve planlarımın olmayacağı anlamına gelmiyor. En büyük planlarımdan bir tanesi kamera önünde de tecrübelenmek. Kendimi kanıtlamak istiyorum ve bana bir şans verilmesini istiyorum. Kısmet olursa bir ödül de almak isterim tabii ki... Bu alanlarda birkaç projeyle birlikte tecrübelendikten sonra Ankara’da kendi repertuvarımı oynadığım sahnemi açmak istiyorum. Kısacası sevdiğim işi yaparak hayatımı belirli bir düzene oturtmak istiyorum ve bir gün bunu başaracağıma da inanıyorum.

Kaynak: BAŞKENT GAZETESİ- Tolga ALCA