Sivil toplum örgütlerinin aktif eylemleri, bazı siyasi organların çalışmaları, bireysel olarak insanların sosyal medya platformlarında verdiğini mücadele devam etse de kadına ve çocuğa yönelik şiddet oranlarında bir azalma görülmüyor. Başkent olarak görüşlerini aldığımız Sosyolog Aile Danışmanı Eğitimci Ezo Filiz Bayram, mücadele etmek için insanın yolculuğa çıkmasıyla yolunun da değişeceğini vurgulayarak, “Kadın bilgedir, bilgidir. Kadında bir hayatta kalma, ayakta durma savaşına çekildi. Kadın uyandığında beşeriyet uyanır, kadın battığında beşeriyet batar” dedi. Ezo Filiz Bayram, sorularımıza samimi yanıtlar vererek özellikle sosyal konulara bütüncül bir çözüm arayışı ile yaklaşılması gerektiğini vurguladı.
· Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
Ben Ezo Filiz Bayrakoğlu. Lisans eğitimimi sosyoloji alanında okudum ve yüksek lisansımı psikoloji ve aile danışmanlığı olarak tamamladım. Birçok üniversitelerde, kurum ve kuruluşlarda eğitim seminerleri verdim. Yurt içi ve yurt dışı çalışmalarım oldu. Yaklaşık on yıldır yerel gazetelerde köşe yazarlığı yapıyorum ve yerel televizyonlarda fırsat buldukça program yapıyorum. Psikoloji idollerimden Jung’un söylediği, “Yaralı şifacı, yani kişi kendi kişisel yaralarını sardıkça başkalarının yaralarını da sarma kabiliyetine erişiyor” dediğindenim. Ben de kısaca kendimi “yara saranlardan” olarak tanımlıyorum. Son yıllarda daha çok kadın çalışmalarına yöneldim. Çünkü toplumun yarısı kadın ve diğer yarısını da kadın yetiştiriyor. Bu minvalde “biz kadın olarak psikolojik anlamda ne kadar sağlıklı olursak, sosyolojik olarak da toplum o kadar sağlıklı olur” bakış açısını savunanlardanım.
“KADIN İDEOLOJİK BİR OBJE HALİNE GETİRİLDİ”
· Aile ortamında, sosyal çevrede ve iş hayatında “kadının sağlıklı düşünmesi”nden ne anlamalıyız?
Yüz yıllardır kadın sıkıntı yaşadı. Bir bilimsel makalede okumuştum; İngiltere’de 11’inci yüzyıla kadar, erkekler karılarını satabilirken, İsrail hukukunda ailede temel hakim erkekti. İran’da ise ailenin en başında erkek bulunurdu. Helenistik devirde Yunanlılarda aile içinde birbirlerinin karılarını satın alma adeti sürmekteydi. Çinlilerde kadın insandan bile sayılmıyordu. Uluslararası savaş yasasında kadın, çocuk ve yaşlılara dokunulmaz. Çünkü kadın kutsaldır. Kadın hiçbir dinin, ideolojinin malzemesi olamaz. Erkek kadına saygı duydukça insan olur, kadın ideolojik bir obje haline getirildi. Sorumluluk, yetki, eviren, çeviren kadındır. Erkek ise sevk ve idare eder. Psikolojik, sosyolojik, bedenen, ruhen, zihnen ve duygusal olarak kadının kodunda hep bir ezilmişlik, itilmişlik ve yok sayılmışlık var. Mevlana’nın bir sözü var, “içinde ne varsa dışına o yansır” diye… Buna bakıldığında ise sanki son yıllarda kadın, bunun acısını çıkarır gibi kendini saldı. Tabi ki bütün kadınlardan bahsetmiyorum. Bu soruda sorumluluğun sadece kadınlara bırakılmasını doğru bulmuyorum. Toplumun yarısını kadın oluşturup diğer yarısını kadın yetiştirse de, diğer yarısı da kendine düşen sorumluluğu almasını bilmeli. Bilmiyorsa da öğrenmeli. Hayat bir öğrenme işi, tıpkı ilk okula başlar gibi.
· Çoğu kişinin “Ben kendimi tanıyorum” söylemine yönelik getirmiş olduğunuz eleştiriler bağlamında bir insanın kendini tanımasının kriterleri ne olmalıdır?
“Ben kendimi tanıyorum” söyleminin çok iddialı olduğunu düşünenlerdenim. Çünkü bütün kadim kitaplar kendini tanımaktan bahseder. İnsanın kendini tanıması hem çok iddialı hem de çok değerli. Zaten iddialı olmasaydı değerli de olmazdı. İnsan denilen canlı; yaş, zaman, mekan, ortama göre halden hale giren bir varlık. Kaldı ki kişi hangi yaşta olursa olsun o yaşta bile iç dünyasında inanılmaz inişler çıkışlar yaşıyor. Ve bu ruh hali dışarıya tepkisel olarak da yansıyor. Bakın şimdi çevrenizdeki insanlara ve tepkilerine… Aynı şekilde insanın farkında olduğu ya da olmadığı hafızaları var. Beden hafızası, kemik hafızası, sinir hafızası, hücre hafızası gibi hafızaları var. Mesela atalarından getirdiği kayıtlar hücre hafızasına kayıtlı ya da geçirmiş olduğu bir hastalık beden hafızasında kayıtlı olabilir. Veya psikolojik olarak yaşamış olduğu bir travma duygularında kayıtlı kalıp zamanla nüksedip kişiyi bunaltabilir ve kişi bunun farkında olmayabilir. Aynı şekilde bilinç, bilinçaltı, bilinçdışı denilen kavramlar var. Bizleri en çok etkileyen de bu farkında olamadığımız bilinçdışı yönetmekte. Hal böyle olunca kendimizi ne kadar tanıyoruz bir kez daha düşünmeliyiz derim. Kendini gerçekten tanıyan kişi; sürekli aileyi, devleti, sağı solu şikayet etmez, sürekli birilerini suçlamaz, mağdur rollerine girerek ajitasyon yapmaz. Kendini tanıyanda gayret olur, çaba olur, sorumluluk olur, seyir ve gözlem olur, yaşına göre hareket eder. Aynı şekilde sizin bahsettiğiniz “kendini tanıma” çok geniş bir kapsamı tarif eder. Yoksa herkes sınırlı bakış açısıyla kendini tanıyor. .
· Sizi özellikle kadın ve kadının dünyasına yönelik çalışmalara yönelten etkenler ne oldu?
Son yıllarda kadınları erkeklerden dinler olduk. “Erkeği etkileme sanatı”, “Kadının Adı”, “Kadın şunu yapmalı” gibi… Oysa bir kadının ne hissettiğini, neye üzülüp sevindiğini ancak bir kadın anlayabilir ve bir kadın hissedebilir. Ben de toplumun içinde yaşayan kadın olarak en azından yaşadıklarımızdan, seanslardan, gördüklerimden ve duyduklarımdan kadının sesi olmayı seçtim. Yetiştiğim coğrafyadan tutun da kadın çığlığının yükseldiği her noktada kadının sesi ve yüreği olmayım diye düşündüm.
· Özellikle son yıllarda “toplumda kadın” denildiğinde akıllara ya şiddet ya da istismar geliyor. Bu söylemlerin yaygınlaşması da topluma zarar vermiyor mu?
Sözün canı var ve söz tohumdur. Sürekli şiddet ya da istismar gibi cümleler kullanıldığında bilinçaltına tekrar tekrar aynı mesajla veriliyor. Oysa “Kadının Bilgeliği” var, “Kadının Kutsallığı” var, aynı zamanda eşine ve çocuğuna iyi gelecek şifa veren dişiliği var. Toplumda neden ihtiyaç konuşulmuyor da sadece sonuç konuşularak, mesajlar hep negatif veriliyor? Sürekli kadına “onu yapmalı, bunu yapmalı” telkinlerinden yorulan kadın, artık göze gönle gireceğim diye güzellik salonlarından, estetik merkezlerinden çıkamaz oldu. Topluma bakıldığında tek tip kadınları görmeye başlar olduk. Ben artık kadının bilgeliğinden, aileye ve topluma kattığı iyileştirici güçten bahsetmek istiyorum.
“YAŞAM ANNE İLE BAŞLAR”
· “Yaşam anne ile başlar” söyleminizden yola çıkarsak, ülkemizdeki annelerin annelik yeterliliği hakkında neler söylersiniz? Çocuk yetiştirmede annelere tavsiyelerinizi öğrenebilir miyiz?
Alman psikoterapist ve teolog Bert Hellinger bir araştırma yapıyor ve bu araştırmasında insanların bilinç seviyelerini tespit ediyor. Buna göre insanda yedi bilinç mertebesi var. Bunlar; fetüs bilinci, çocuk bilinci, ergen bilinci, ön yetişkin bilinci, yetişkin bilinci, yaşlılık bilinci ve ölüm bilinci diye tanımlıyor. Bu bilinç seviyelerinin hepsinden bahsedemem ama ülkemizde çocuk ve ergen bilinciyle dolu anneler ve babalar var. Çocuk bilinci; küser, kızar, suçlar, kırılır, sorumluluk almaz ve almasını bilmez, şikayet eder. Ergen bilinci ise rekabet eder, her şeyi o bilir, dünyayı kurtarır, gereksiz bir kurtarıcılığı vardır, herkese her şeye bir meydan okur. Evet, yaşam anne ile başlar ve çocuk bu dünyada ilk bağını anne ile kurar. Bizim annelerimize bakıldığında daha çok çocuk ve ergen bilinci yani şikayetçi bir profil var. Asıl ilginç olan ise anneler çocuk durumunda, çocuklar ise anne rolünde. Yani anneler evlatlarına çocuk gibi küsüyor, darılıyor, şikayet ediyor, suçluyor. Evlatlar ise anne baba gibi büyüklerine direktif veriyor, beğenmiyor, yargılıyor. Yani ilişkiler iç içe geçmiş durumda. Hal böyle olunca önce ilişkilerin içeriğini iyice ayıklayıp rolleri doğru belirlemek lazım. Anne anne gibi, çocuk da ana babasına çocuk gibi olmayı öğrenmeli.
“BİLGE VE GÜÇ YAN YANA YÜRÜR”
· Peki, bu durumda “Kadının Bilgeliği ve Dişiliği” üzerine farkındalığı artırmak için neler yapılabilir?
Öncelikle bizim toplumda gerek köylü olsun gerekse şehirli olsun kadınların birçoğu bilinçdışında kimlik karmaşası yaşıyor. Mesela erkek beklenmiş kız olmuş, ya da ailede erkek çocuk olmamış, o misyonu kız çocuğu almış. Daha da açarsak, erkekler daha güçlü ve seviliyor. Kadın da sevilmek için erkek gibi davranışlar sergilemeye başlamış. Dikkat edilirse toplumda “eril ve dominant” kadınlar türemeye başladı. Kadınların hal ve hareketleri ve tepkileri sanki bir erilleşmeye doğru evirildi, roller karıştı. Oysa kadın erkeğinin yanında “bilgedir,” erkek ise kadınına “güç”tür. Bilge ve güç yan yana yürür. Kimlik karmaşası yaşayan kadın, sevilmek, görülmek, onaylanmak için bir taraftan estetik merkezlerinden çıkmazken bir taraftan da dominant ve baskıcı davranarak, nezaketten, asaletten, duygudan iyice uzaklaştı. Diğer taraftan son yıllarda “trans hümanizm” diye yeni bir üçüncü cins türemeye başladı. Tabii ki bu kasıtlı yapılıyor. İnsanlarda cinsiyet kaldırılmaya çalışılıyor.
· Her ne kadar sivil toplum örgütleri bu konuya dikkat çekmeye çalışsa da kadına yönelik şiddette oransal olarak bir azalma görülmüyor. Siz kadına yönelik şiddeti, sosyolojik temelde hangi eksiklikler doğrultusunda değerlendiriyorsunuz?
Bu ataerkil sosyal toplumsal düzende, kadına yönelik şiddet oransal olarak azalmak yerine sürekli bir artış gösteriyorsa; toplumsal, evrensel, kanunsal ve kültürel yaptırımların kadına yönelik şiddeti nasıl meşrulaştırıldığına dair bir göstergedir. Aksi halde azalma olurdu. Ataerkil sistemin etkisi altında, egemenliklerini sürdüren yapılar, kadınların toplumsal ve ailevi rollerinin dar bir çerçeveye sıkıştırılmasına yol açmaktadır. Kadına yönelik yasal düzenlemeler ve uygulama eksiklikleri sosyolojik olarak; yasal düzenlemelerin yetersizliği veya zayıf uygulama, mücadele yasalarının yetersizliği, geçici koruma kararlarının etkilenmemesi, erken uyarı sistemlerinin kurulmaması, cezaların yetersizliği ve hapis cezalarındaki gecikmeler, suç işleyenleri erken salıverilme ve iyi hal indirimleri, aile içi şiddetin ciddiye alınmaması özellikle toplumsal normalleşme Türkiye’de aile mahkemelerinin yetersizliği, şiddet mağdurlarına yönelik destek ve rehabilitasyon hizmetlerinin yetersizliği, toplumsal cinsiyet rolleri ve eğitimsizlik gibi başlıklar söylenebilir. Erkekler, toplumsal güç ve kontrol sahibi olma arzusuyla şiddet gibi davranış biçimlerini güç gösterisi olarak benimseyebilir. Kadınlar ise genellikle pasif ve boyun eğici sindirilerek yetiştirildiler. Bu bakış açısı, kadınların şiddete karşı sessiz kalmalarına veya müdahale edememelerine neden olmakta. Ayrıca toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda yeterli eğitim verilmemesi, bu tür şiddet eylemlerinin normalleşmesine ve meşrulaştırılmasına yol açmakta. Özellikle medyanın rolü de bu anlamda çok önemli. ·
Bununla birlikte çocuklara yönelik şiddet ve istismar oranları da düşmüyor. Bu konuda atılması gereken adımlar ne olmalı?
Öncelikle eğitim ve farkındalığa önem verilmeli, okullarda cinsel eğitim ve haklar eğitimi olmalı. Toplumu bu anlamda bilinçlendirici programlar yapılmalı. Gündüz kuşağı programlarına bakıldığında acımasızca insanların özel hayatları normalmiş gibi insanlara seyrettirilmekte, bunlar kaldırılmalı. Ailelere yönelik eğitim ve eğitim programları, aile içindeki şiddet olaylarına müdahale, çocuk koruma birimlerinin etkinleştirilmesi, yasal düzenlemeler ve hukuki koruma ile çocuk koruma yasalarının güçlendirilmesi, çocuk haklarının korunması, şiddet uygulayan sürece yönelik cezai yaptırımların caydırıcı olması, psikolojik destek ve danışmanlık hizmetinin yeterli olması ve en önemlisi yaşam destek programlarının oluşturulması diye düşünüyorum.
“BÜTÜNCÜL BİR YAKLAŞIM GEREKİYOR”
· Ülkemizde 2017’de 48 milyon kutu antidepresan satılırken, geçtiğimiz yıl bu sayı 70 milyona yaklaştı. Özellikle gençlerde artan psikolojik sorunları; dijital mecralar, ailesel ve çevresel ilişkiler, ekonomik zorluklar düzleminde nasıl değerlendirirsiniz?
Gençlerde artan psikolojik sorunlar, günümüzde birçok faktörün bir araya gelmesiyle arttı. Gencin ailedeki durumu, dijital dünyanın etkisi, stres durumlarını yönetememe, ekonomik sıkıntılar gibi faktörler gençlerin ruh sağlığı üzerinde ciddi etkiler bırakıyor. Bir yandan dijital dünya ve sosyal medyanın etkisi gençlerde sosyal medyaya bağımlılık geliştirdi. Diğer yandan gençlerde sosyal kaygı ve kimlik karmaşası, asosyal kaynaklı izolasyon tepkileri ortaya çıktı. Aile içi şiddet ve ihmal, ebeveyn baskısı ve performans beklentileri, büyürken yetersiz psikolojik destek sağlanmaması, arkadaş çevresi ve sosyal ilişkiler, işsizlik kaygısı gibi tüm bu başlıklar gençlerin psikolojisini derinden etkilemekte. Tüm bu saydıklarımızın tamamı için bütüncül bir yaklaşım gerekli olduğunu düşünüyorum. Eğitimle beraber psikolojik destek, sosyal medyanın düzenlenmesi, aile içi iletişimin uyumluluğu, ekonomik anlamda kolaylaştırıcılar gençlere iyi gelirken bu aynı zamanda toplumun da düzelmesine katkı sağlar. Çünkü toplumu bireyler oluşturur.
· Geleceğe dönük plan ve projelerinizi anlatır mısınız?
Artık dünya değişiyor. Kendi adıma elimden geldiğince, gücüm yettiğince kadınlara yönelik hizmet etmek istiyorum. Bu ortalıklarda kadın hakları dernekleri adı altında olan ve sadece çıkarlarına hizmet eden vakıf ve derneklerden değil daha çok kadını insan gibi hissettirecek yollarda hizmet etmeye niyet ediyorum. Kadın bilgedir, bilgidir. İdeolojiler, feminist hareketler, yılların kadına uyguladığı baskı, biz kadınları bilgiden, bilgelikten uzaklaştırdı. Kadında bir hayatta kalma, ayakta durma savaşına çekildi. Kuran’da Nisa Suresi var. Nisa; insan demek. Kuran’da hitap ederken, “Ya eyyühennas” (Ey insanlar) der, ayırmaz. Kadın uyandığında beşeriyet uyanır, kadın battığında beşeriyet batar. Her insanda olduğu gibi benim de projelerim var. Ben projelerimi anlatmaktan çok yapmayı harekete geçirmeyi seviyorum. Çünkü insan yolculuğa çıktığında yolu da değişebiliyor.