Sevdiğinizle bir akit imzaladığınızda bir söz verirsiniz… İyi günde, kötü günde hep birlikte olacağınıza dair… Bu söz yazılı olmasa bile imzası gönüllere kazınmıştır. Kolay kolay vazgeçilmezdir. Tıpkı gerçek taraftarların gönül verdikleri takımlarıyla bozulması çok güç olan bu sözle sonsuza kadar bağlı olmaları gibi. Hele 114 yıldır gerçek gücünü aldığı taraftarlarıyla gönül birlikteliği dillere destan olan Başkent’in en büyük değerlerinden biri Ankaragücü için bu akidin bozulması, imkansızlıktan bile öte… Kırgınlık, küslük, hayal kırıklığı olabilir ama gönülden silinmesi akıllara bile gelmez.
Sarı-lacivertli ekibe gönül verenler en büyük hayal kırıklığını geçen sezon akıllarının ucundan bile geçmeyen küme düşme olayı ile yaşadılar. Ve ne yazık ki halen bunu şokundan kurtulamadılar. Üstelik daha sezon başlamadan, en güçlü kadroya sahip bu takım, 1. Ligde misafirlik süresini çok hızlı bir şekilde tamamlar ve yeniden layık olduğu Süper Lige yükselir gibi hayallerle umutlandırıldılar. Takımın düşürülmesini sanki bu kadro gerçekleştirmemiş gibi aslında kendilerini kandırdılar. Bu durum da futbolcuların kendilerini dev aynasında görüp, 1.lige layık olmadıkları duygularına kaptırmalarına neden oldu. Hazırlık dönemi başladığında takımdaki futbolcuların yarısından fazlası kulüpten ayrılmayı kafasına koymuştu. Yabancılar için iş kolaydı. Her koşulda bile alacakları FIFA ve UEFA tarafından garanti altına alınmıştı. Bu yüzden şımarıklığa hatta hadsizliğe varan tavırlarda bulundular, İzinsiz antrenmanlara gelmediler, takım bulacağız diye ülkelerine gittiler, yönetimi, hocalarını hiçe saydılar. Talipleri olan yerliler de kafalarını bir türü hazırlık çalışmalarına vermediler. Futbola yabancı olan yönetim, bu dönemdeki krizleri akılcı bir şekilde çözümleyemedi. Teknik direktörün de gücü yetmedi.
İşte bu nedenledir ki yeni hoca Kenan Koçak’ın, görev yaptığı 3. maçtan sonraki futbolcuların genel durumlarıyla ilgili bilgisinin olmadığı şeklindeki itirafı, takımın nasıl yönetildiğini gün gibi açığa çıkardı. Kibarlığından takımın iyi bir hazırlık dönemi geçirmediğini söylemedi de elinde futbolcuların atletik performanslarıyla ilgili verilerin olmadığını belirtti. Bu nedenle de futbolcuların salı ve çarşamba günleri atletik performans testine gireceğini açıkladı. İşin tuhaf durumu bu testlerin mutlaka kulüp arşivinde olması gerekir. Eğer yoksa o zaman da akla 2 durum geliyor ya Cihat Arslan testleri yaptırmadı ya da giderken bilgisayarında alıp götürdü. Ah ki ah… Ankaragücü yönetiminin düştüğü hallere bir bakın…
Dönelim iyi günde, kötü günde olayına… Hiçbir futbolcu, taraftarın “oynasana lan” şeklindeki tezahüratı, küfürlü sözleri veya ıslıklanmasıyla motive olmaz! Aksine oyundan kopar, sinirlenir, hareketlerini kontrol edemez duruma gelir. Bunu en güncel örneğiyle durumu açıklayabilirim. Galatasaray’ın son dönemlerinde aldıkları onca başarıya karşın bu kulüp taraftarının üstelik başarıda büyük katkısı olmasına karşın Kerem Aktürkoğlu’na karşı takındıkları olumsuz tavırlar acaba kime zarar verdi? O ıslıklayıp, kötü davrandıkları futbolcuyu küstürüp 12 milyon euroya Benfica’ya gitmesine neden olanlar acaba mutlu olmuşlar mıdır? Üzerindeki baskıdan kurtulup gerçek oyununu sergilemeye başlayan Kerem, 6 maçlık kısa bir sürede fiyatını 40 milyon euroya çıkartmayı başardı. Şimdi bu futbolcu için bu kadar parayı gözden çıkaran Manchester United’ın Benfica’ya fazladan ödeyeceği 28 milyon euro Galatasaray’ın kasasına girseydi fena mı olurdu?
Tamam taraftarın kötü futboldan kötü etkilenip tepki göstermesi elbette ki doğal bir durumdur. Ancak gerçek taraftar, iyi günde nasıl futbolcuları bağrına basıp mutluluklarını paylaşıyorsa, kötü günde de onlara sahip çıkıp doğruyu bulmalarına yardımcı olmalıdır.
Yönetim çaresiz ve etkisiz…Adana maçı da gösterdi ki futbolcular ruhlarını kaybetmek üzereler… Üzerine basa basa söylüyorum… Ankaragücü’nün taraftarından başka tutunacak dalı kalmadı. Yoksa bu koca çınarın sonu hiç de iyi görünmüyor.